30 Temmuz 2013 Salı

MİZAH DERGİLERİNİN SATIŞLARI NE DURUMDA?..

MİZAHHABER ÖZEL HABER - Mizah dergilerinin satışları okur tarafından pek bilinmez oldu. Eskiden bu tirajlar belli sitelerde yayınlanıyordu. Sonra bir dönem bu tirajlar saklanmaya başladı. Dağıtım şirketlerinin bu bilgiyi vermesine engel olundu. Özellikle Leman dergisinin tirajının çok düştüğü bir dönemdi bu bahsettiğimiz dönem. MİZAHHABER'i takip eden mizahseverlerden son zamanlarda bu yönde gelen sorular üzerine biz de merak ettik ve geçen haftanın tirajlarına ulaştık. Dört derginin en "genci" olan Uykusuz dergisinin satışta liderliğini sürdürdüğünü gördük. Bakın şu anda "haftalık" yayımlanmakta olan 4 mizah dergisinin geçen haftaki satışları şöyle sıralanıyor:

1- UYKUSUZ........... 74 BİN
2- PENGUEN........... 61 BİN
3- LEMAN............... 23 BİN
4- GIRGIR................12 BİN

26 Temmuz 2013 Cuma

OĞUZ ARAL USTANIN BUGÜNLERDE DAHA DA ANLAM KAZANAN BİR KARİKATÜRÜ...


CİHAN DEMİRCİ'DEN USTASI OĞUZ ARAL ANISINA KARİKATÜR...


NECATİ ABACI'NIN ÇİZGİSİYLE; OĞUZ ARAL...

Necati Abacı arkadaşımızın Oğuz Aral çizimini gördüğünüz grafik kolaj haline getiren Cevat Özer arkadaşımıza da teşekkür ediyoruz... 

BÜYÜK USTA OĞUZ ARAL'I 9. ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE SEVGİYLE ANIYORUZ...

OĞUZ ARAL... Bir çizgi, bir mizah, bir yürek ustası... Huysuz ama tatlı ihtiyar... Yüzlerce karikatürcü yetiştirmeye adanmış bir müthiş ömür... Tarama ucumuz, çini mürekkebimiz, şöhler kağıdımız, abimiz, babamız, dostumuz, sırdaşımız, arkadaşımız... Ona kızanın bile an geldiğinde saygı duyduğu insan... Titiz bir çizgi adamı... Kendisi babasını çocuk yaştayken yitirmiş, kardeşi Tekin'e ve sonrasında yetiştirdiği yüzlerce karikatürcüye "babalık" yapmış sevgi dolu usta... Kolektif dergi çalışmasının öncüsü... Uykusuz gecelerin adamı... Gereksiz taramalardan uzak durmamız için yıllarını ortaya koymuş ama bu anlamda çok da başarılı olamamış bir gerçek usta... Haşin ve ürkütücü bir görüntü altında pamuk gibi sımsıcak bir yürek... Avni'nin, Utanmaz Adam'ın daha bir sürü çizgi kahramanın babası... Bir pandomim ustası... Bir saz ustası... 


Son yıllarında aslında müthiş bir "mizah yazarı" olduğunu da göstererek bize veda eden harbi insan... Sokakta serseri olma olasılığı çok yüksek insanlardan ilk kez bu ülkede karikatürcü, mizahçı yaratmayı başarmış usta... Genellikle sıradan ve kıytırık öğretmenliğe dayalı "Yetiştiricisi" pek de fazla olmayan bu coğrafyada harbiden çizer yetiştirmiş bir baba adam... Bir daha benzeri olmayan ve olmayacak olan unutulmaz dergi "Gırgır"ın her şeyi... 


OĞUZ ARAL... 1989 yılında çocuğundan yakın gördüğü, çocuğundan daha fazla gördüğü Gırgır dergisinden, patron ve iktidar baskısı altında zorla atılan, dergisi elinden zorla alınan ve onun yanından yetişen bizlerin asla unutmayacağı anlar yaşayan, son yıllarını Hürriyet gazetesinde pek de mutlu geçirmeyen ve aslında tatilden çok veda için gittiği Bodrum'da 26 Temmuz 2004 günü, artık çok sıkıldığı bu ülkeye ve bu dünyaya bilinçli bir şekilde veda eden, anmaktan asla yorulmayacağımız bir şefkat kapısı... Sevgili ustamız aramızdan uçalı 9 yıl olsa da o her an yanımızda olmaya devam ediyor... Bizler, onun yanından geçmiş mizahçılar; Onunla an geldi sarmaş dolaş, can ciğer olduk, an geldi kavga ettik, bazen güneşli, bazen fırtınalı ama her daim sevgi dolu bir birliktelikti bizimkisi... 


OĞUZ ARAL... Kişisel tarihimde yeri apayrı bir usta... An geldi babamdan yakın gördüm onu... An geldi koptum, uzaklaştım ama son yıllarında yeniden yanındaydım. Ona dair hislerimi son yıllarında onunla paylaşabilme onurunu yaşattı bana... Kızacağını sandığım şeyler anlattığımda sevecen bir baba edasıyla dinledi... Kendisiyle dalga geçmeyi başarabilmiş kaç mizahçı vardır bu ülkede?.. Bakmayın çoğu burnundan kıl aldırmaz!.. Ama Oğuz abi bu anlamda da müthişti. "Huysuz İhtiyar" adını da kendisi takmıştır zaten. Oysa son yıllarında tam tersiydi Oğuz abi... Şimdi onunla tanıştığım ilk yıllar geliyor gözümün önüne... Hala gözümün önündedir... 1978 yılının Mart ayında geçtim onun ilk kez karşısına... Bir gece yarısı tir tir titreyerek... 1978, 1979, 1980 yıllarında amatör bir çizer-yazar olarak arşınladım Gırgır kapısını... 1981 yılının Haziran ayına dek sürdü bu ilk dönem arşınlaması... 1981 yılının Haziran ayında profesyonel mizahçı olarak ilk kez Ses-Atmaca mizah ekinde çalışmaya başlamıştım zira... Sonra 1986 yılında Güldürü Üretim Merkezinin kapanmasının ardından yeniden ama bu kez profesyonelce Gırgır kapısındaydım. 1986,1987, 1988 yılları...1988 yılının yazıydı, Gırgır bana artık keyif vermemeye başlamıştı işin gerçeği. Kendi kendime sessizce ayrıldım ustanın yanından ve Fransa maceram başladı ardından. Zaten onun da 1989 yılı yaz aylarında sona erdi zorla da olsa Gırgır macerası... Ardından çıkardığı Avni hiçbir zaman aynı tadı vermedi, ne ona, ne okura... Oğuz usta ile son yıllarında yeniden yakınlaştık. Evine gittim kaç kez, saatlerce sohbet ettik, zorla da olsa röportaj yaptık. 

Sonra 2002 yılında onu binbir güçlükle ikna etmeyi başarıp, halk karşısında son söyleşisini gerçekleştirdik Taksim'de birlikte... Ardından o dönem genel sekreterliğini yaptığım Karikatürcüler Derneği'ne anlamlı bir ödül önerisinde bulundum. Karikatürü halkla buluşturan ilk çizer olan Cemal Nadir'in 100. doğum yılıydı 2002 ve biz bir yıl boyunca Cemal Nadir ustamızı anmıştık. Öneride bulundum ama gene hiçte kolay olmadı bunun sonuçlanması. Ama taş koyanlara inat Oğuz Aral ustamıza hayatının tek onur ödül olan "Cemal Nadir Onur Ödülü"nü verdik, unutulmaz bir gecede, gözyaşları arasında. Öylesine mütevazıydı ki, ödülü bile yitirdiği çizer arkadaşları adına kabul edebileceğini söyleyip, onların tek tek ismini sayarak almıştı o gece. 


An geldi yıllar içersinde ondan koptuk, hatta rakip yerlerde çalıştık ama o bize inandı, biz onu sevdik. Bizimkisi bir baba-oğul sevgisinden de öteydi. Onun ardından hem Gırgır'ı, hem de onu anlatan özel sunumlar hazırladım. Son bir kaç yıldır belgesel niteleğindeki bu görsel sunumları fırsat bulduğum yerlerde gerçekleştiriyorum. İki ayrı sunumu; "Mizahımızın Alayköşkü: Gırgır ve Oğuz Aral" adı altında birleştirdim. Bugüne kadar bir kaç yerde bu sunum yapıldı. Keşke daha fazla arzu eden çıksa ama bu anlamda çok geri düştü Türkiye, özellikle de sivil toplum örgütleri ve belediyeler... Ancak arada beklenmedik şeyler de oluyor. Örneğin; Oğuz Aral ustamız Antalya'da, Antalya Büyükşehir Belediyesinin etkinliğinde 2010 ve 2011 yıllarında iki kez, ölüm yıldönümü gecesinde, ciddi kalabalıklar karşısında anıldı. Oğuz Aral'ın ömrünü geçirdiği şehri İstanbul, ustanın ardından 9 yıl geçmesine rağmen ölüm yıldönümlerinde daha bunu başaramamıştır!..

Şunu da eklemek isterim üzülerek; Bu yıl onun için 8 Nisan'da İstanbul'da, Akatlar Kültür Merkezinde düzenlenen "Ustalara Saygı" kapsamındaki anma gecesinde ne yazık ki salonun yarısı bile dolu değildi ve onun yetiştirdiği çok az karikatürcü vardı bu anlamlı gecede.  Ama yaşıyor olsa o geceyi de pek önemsemezdi. İnsana ders verecek bir olgunlukla noktaladı Oğuz usta ömrünü. Dediğim gibi onun gidişi farklıdır. Bedenen yanımızda olmayabilir ama biz soluk aldıkça ruhen her an yanımızda. O halde bir kez daha selam olsun OĞUZ USTAMIZA...

Cihan Demirci- MİZAHHABER


YUKARDAKİ YAZIMDA DA BAHSETMİŞTİM... OĞUZ ARAL USTANIN EVİNE KAPANDIĞI BİR DÖNEMDE, ONU EPEYCE ZORLUKLA DA OLSA İKNA ETMİŞ, TAKSİM'DE CUMHURİYET KİTAP KULÜBÜNÜN TIKA BASA DOLU KÜÇÜK SALONUNDA, TARİHİ BİR SÖYLEŞİ GERÇEKLEŞTİRMİŞTİK. TARİHİYDİ, ZİRA OĞUZ AĞABEYİN SON SÖYLEŞİSİ OLDU BU İSTANBUL'DA... TARİH: 9 MART 2002... O SÖYLEŞİDEN FOTOĞRAFLAR... (C.D.)


GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ, MİZAHHABER DEĞER: FERRUH DOĞAN USTADAN...

FERRUH DOĞAN (1932-7 Haziran 2000)

CİHAN DEMİRCİ ÇİZİYOR...


OYUN YAZARI, SENARİST, MİZAH USTASI SADIK ŞENDİL'İ ÖLÜMÜNÜN 27. YILINDA ANIMSARKEN...

Temmuz ayı öylesine çok mizah insanını aramızdan almıştır ki, bazen günleri bile karıştırıyoruz bu yüzden... Birlikte çalışma onuruna erdiğim mizah ustalarının en ilginçlerinden biri olan sevgili Sadık Şendil ağabey de, aslında Oğuz Aral ustamızla aynı gün, yani 26 Temmuz'da ayrılmıştı aramızdan… 26 Temmuz 1986 tarihinde aramızdan ayrılan Sadık Şendil gerçek bir İstanbul beyefendisi, usta bir senaryo ve oyun yazarıydı… Onun adı her dönemde yeniden sahnelenen unutulmaz tiyatro oyunu “Yedi Kocalı Hürmüz”le bilinir daha çok. "Hababam Sınıfı" filmlerinin senaryolarını da o yazmıştı. Pek çok Kemal Sunal filminin senaryosu da ona aittir... Bunların en sevilenlerinden "Salak Milyoner"in bir daktilo kopyasını bir dönem işyerinde senaryo dersi verdiği Cihan Demirci'ye anı olarak vermiştir. Pek çok değerli sanatçı gibi adı şimdilerde ölüm yıldönümlerinde bile "anımsanmayan" sevgili Sadık Şendil ustayı biz MİZAHHABER olarak bir kez daha sevgiyle anıyoruz...  


1984'ten kalma bir fotoğraf...Güldürü Üretim Merkezi ekibi toplu halde...Sadık Şendil ağabey, masada oturanlar arasında görülüyor. En solda oturan Kandemir Konduk'un yanında, Sadık ağabeyin sağ yanında ise Ümit Yaşar Oğuzcan var. Fotoğraftakileri en arkadan soldan sağa bir sayalım: Veysel Öktem, Aydın Gündüz, Metin Günen, Sekreter Nuray, Zeynep Esra Tablacı, Sunder Erdoğan, Öznur Kalender, Cihan Demirci. 2. sıra oturanlar: Kandemir Konduk, Sadık Şendil, Ümit Yaşar Oğuzcan, Müjdat Gezen, Aziz Nesin. Öndekiler: Savaş Dinçel, Akın Yılmaz ve Levent Demirkuş. 

CİHAN DEMİRCİ'NİN KALEMİNDEN SADIK ŞENDİL'Lİ BİR ANI...


1982-1986 yılları arasında Güldürü Üretim Merkezi’nde (GÜM) çalışırken Sadık ağabey de aramızdaydı… O günlerde 70’ine merdiven dayamış ama o merdivende bile; “Buyur evladım önce sen çık” diyebilecek kadar beyefendi bir yürekti Sadık abi… Benim belkide tanıdığım son gerçek “İstanbul Beyefendisi” idi o… Örneğin; fazlaca sesli gülerken kimse rahatsız olmasın diye mutlaka hemen ceketinin üst cebinden mendilini çıkartıp ağzını kapatırdı… İlk dönemler çalıştığımız mekan Müjdat Gezen ağabeyin Cihangir’de İsmail Dümbüllü Sokakta bulunan dairesiydi.. Çatı katındaydık… Bütün Kabataş ve boğaz ayağımızın altındaydı orada…Apartmanın kapıcısı Hüseyin’in önünde bile ceketini ilikleyen bir insandı sevgili Sadık Şendil…

Yıl: 1983… Müjdat abinin Cihangir’in en tepesinde bulunan dairesinde olduğumuz o güzelim günler… İşte o günlerde 70’ine merdiven dayayan sevgili Sadık ağabey de, bizler gibi her gün Fındıklı’dan yaklaşık 200 basamak filan tırmanarak Cihangir’in tepe noktasındaki bu daireye geliyordu…
Fındıklı’da Akademinin önünden otobüse binmeye hazırlandığım bir gün Sadık abiyi otobüs durağında gördüm… Üstünden hiçbir zaman eksik olmayan şık takım elbisesi, şapkası ve elinde kibarca tuttuğu bastonuyla durağın bir köşesinde sessizce duruyordu… O anda otobüs geldi ve Sadık abi de o itiş kakış hengamesinde benimle aynı otobüse bindi… 70 yaşında olduğu ve otobüste boş yer bulunduğu halde Sadık abi oturmamış ve yerini çocuklu bir kadına vermişti…

40 yıllık bir yazarın hala belediye otobüsüne binmesi ve üstelik ayakta yolculuk yapması ülkeme ve bana hiç tuhaf gelmemiş ama gene de içimi burkmuştu doğrusu…
Yanına yaklaşıp Sadık ağabeye “Merhaba” dedikten sonra, ne tarafa gittiğini sordum…Bana; “Evladım, aslında akşam olsun diye vakit geçiriyorum o yüzden bindim, nereye gittiği pek önemli değil” dedi…

Şaşırdığımı görünce de açıkladı:
“Cihancım, evladım…Şu saatlerde bizim hanımın evde kabul günü var, ben de böyle çeşitli otobüslere binip dolaşıyor ve vakit geçiriyorum.. Misafirler varken eve gitmek istemiyorum çünkü ben evde salondaki yemek masasının üzerinde çalışıyorum… Eee şimdi orası kek, kurabiye, börek filan etrafı da bir sürü kadın doludur… Hayır, yatak odasındaki yatağın üzerine oturup yazdığım da oluyor ama o zamanlarda belime müthiş bir ağrı giriyor işte, n’aparsın evladım!..”

İşte Sadık Şendil buydu… 70 yaşında, 40 yıllık ünlü mü ünlü bir mizah yazarıydı, senaristti, oyun yazarıydı ve hala bir çalışma odası, onu bırakın bir çalışma masası bile yoktu bu gerçek İstanbul beyefendisi Sadık ağabeyin…

O zamanlar 20 yaşlarındaydım ve henüz annemlerle oturuyordum… Bende salondaki yemek masasının üzerinde çalışıyor ve bu durumdan hep yakınıyordum, ta ki Sadık abinin durumunu öğrendiğim o güne dek…

Şimdi ne zaman bir yerlerde; “Senede birgün” şarkısını duysam Sadık abi gelir aklıma hemen…Çünkü Sadık abi; “Beklerim yolunu aylar boyunca, yeter ki gel bana senede bir gün” diyen o güzel şarkının da söz yazarıydı… Sadık Şendil; sevdiğinin yolunu aylarca bekleyebilecek kadar sabırlı ve senede bir gün gelmesiyle bile yetinebilecek kadar alçakgönüllü bir kuşağın insanıydı…

Sadık ağabey dünya tatlısı bir insandı… Keşke daha fazla tanıyabilseydim dediğim insanlardan biri olmuştur hep…O dönemler birinin ölüm haberi olduğunda GÜM ekibi olarak; “Aman yoksa Sadık abi mi?” diye cümlelere başladığımız dönemlerdi… Ama o günün birinde, hiç beklemediğimiz bir anda tıpkı hayatta yaptığı sessiz-sedasız ve gene kibarca terkedip gitti bu dünyayı…
Bugün artık İstanbul’un Sadık Şendil gibi beyefendileri yok… Beyefendi bir yana zaten artık onların İstanbul’u yok!.. Zaten onlar bugünün İstanbul’una o kadar kibarca katlanamazlardı sanırım, onlar bile ağızlarını bozarlardı bugünkü kaba-saba bu İstanbul’a…

CİHAN DEMİRCİ'NİN DAMDAKİ MİZAHÇI ADLI BLOĞUNDA YAZDIĞI SADIK ŞENDİL YAZISIDIR... (26 Temmuz 2007) 
YAZININ TAMAMI İÇİN LİNK ADRESİ:  


CİHAN DEMİRCİ'NİN ÇİZGİSİYLE SADIK ŞENDİL...



YAŞAR KEMAL TURAN ÇİZİYOR...


ÖZER AYDOĞAN ÇİZİYOR (PENGUEN'DEN)...


OĞUZ DEMİR'DEN...

Oğuz Demir'in Facebook Sayfasından...

ZAFER TEMOÇİN ÇİZİYOR...

ZAFER TEMOÇİN (25/7/2013-Cumhuriyet)

24 Temmuz 2013 Çarşamba

GENE O, İLLE DE O, DURMAK YOK HAKARETE DEVAM!..


25 TEMMUZ 2013 TARİHLİ UYKUSUZ DERGİSİ KAPAĞI...

UYKUSUZ (25 Temmuz 2013)

CİHAN DEMİRCİ BİR "İHBARCI" VATANDAŞI GÖRÜNTÜLEDİ!


"BAYAN YANI" DERGİSİNDEN...


ÇARŞI; KULLUĞA DA, *ÖT KILLIĞINA DA KARŞI!..


BRUNO ÇİZİYOR: "PAPA BREZİLYA'DA..."

Dinin adı değişse de sömürüsü hep aynıdır!.. Arjantinli yeni Papa, bu ülkenin Diyanet İşleri'ni aratmıyor. Brezilyalılar, Brezilyalı Papa beklerken Papa Arjantinli olunca kızmışlardı, Papa ilk gezisini Brezilyaya yaptı ve Brezilyalılarla dalgasını geçmek adına Tanrının da Brezilyalı olduğunu söyledi! Bari golcü mü Tanrı, onu da söyleseydin ya be adam!..

24 TEMMUZ 2013 TARİHLİ PENGUEN DERGİSİ KAPAĞI...

PENGUEN (24 Temmuz 2013)

BURASI; 179 ÜLKE ARASINDA "BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ"NDE 154. SIRADA OLAN; TÜRKİYE!.. PARDOOON, BUGÜN "24 TEMMUZ GAZETECİLER GÜNÜ" MÜ DEMİŞTİNİZ?..

Tarih: 24 TEMMUZ 1908'di... 2. Abdülhamid'in elinde 33 yıl boyunca inim inim inleyen Osmanlı son demlerine doğru giderken 2. Meşrutiyet'in ilanıyla bir anda özgürlük rüzgarının içinde bulmuştu kendini. Abdülhamit basını susturmuş, müthiş bir baskı ve sansür düzeni kurmuştu 33 yılı bulan padişahlığı boyunca. Bu anlamda en fazla acı çeken alanların başında da, mizah dergileri ve gazeteler yer alır. Mizah dergileri Osmanlı sınırları içinde tam 30 yıl boyunca yayımlanamamıştır Abdülhamit'in baskı döneminde... 24 Temmuz 1908'de ilan edilen 2. Meşrutiyetle yeniden soluk alan basın bu anlamlı günü "Gazeteciler Günü" olarak kutlar yıllardır. Ancak 11 yılı bulan bir başka baskı ve sansür dönemi yaşıyor gene aynı coğrafya. O yüzden "Gazeteciler Günü" olan 24 Temmuz'u da epeydir kutlayamaz halde bu ülke!.. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü'nün 2013 yılı verilerine göre dünya üzerindeki 179 ülke arasında "Basın Özgürlüğü" anlamında Türkiye 154. sırada.  2012'de 148. sıradaydı örneğin. 2005 yılında ise 98. sıradaymış. AKP iktidarının basını-medyayı kendine bağladığı, 3Y ile; yalaka-yalama-yandaş hale getirdiği iğrenç bir süreç yaşıyor Türkiye Medyası... Ülkede 31 Mayıs'tan bugüne, 33-34 yıldır yaşanmamış tarihi günler yaşanıyor. Bir halk başkaldırısı, bir halk isyanı yaşanıyor ama yalaka-yalama-yandaş medya bize bu ülkeden değil Mısır'dan haber veriyor, Penguen belgeselleri yayınlıyor, ülkede olan-bitenlerin dışında ne varsa onu veriyor. Tutuklu Gazeteciler Raporuna göre şu anda; cezaevlerinde 65 tutuklu gazeteci bulunuyor. Bu ülkede "düşünce" hala en ağır suç!.. Sadece 27 Mayıs 2013 tarihinden bu yana 59 gazeteci-basın emekçisi ya işinden atılmış ya da zorunlu izne ayrılmak durumunda kalmış. Size bu satırları yazan kişi de, son olarak Cumhuriyet gazetesinde mizah sayfası hazırlayan ekipte çalışırken, muhalif mizah sayfasının iktidar korkusu nedeniyle gazete yönetimi tarafından bitirilmesi nedeniyle  2011 yılının Ekim ayı başından beri işsiz bir yazar-çizerdir. Durum bu kadar acıdır ve ortalık artık iktidarın kıçını yalayan, göt kılı haline gelen, benim yıllar önce yaptığım bir tanımlamayla kaza eseri gazeteci olan "KAZA-TECİ"lerle doludur. Gerçek gazeteciler ya işsizdir, ya ölmektedir ya da hapistedir... 24 Temmuz 1908'in 105. yılında AKP DİKTATÖRLÜĞÜNÜN altında inim inin inleyen ülkedeki acı tablo budur!..

Cihan Demirci-MİZAHHABER


İŞTE BUGÜNÜN 3Y (YALAKA-YALAMA-YANDAŞ) KAZA-TECİ TİPİ...




24 TEMMUZ 2013 TARİHLİ GIRGIR DERGİSİ KAPAĞI...

GIRGIR (24-31 Temmuz 2013)

İLKİN DENİZ, AMERİKA'DAN BU KEZ TAKSİM'E ÇİZİYOR...


CİHAN DEMİRCİ ÇİZİYOR...



MUSA KART ÇİZİYOR...

MUSA KART (23 Temmuz 2013/Cumhuriyet)

SEFER SELVİ ÇİZİYOR...

SEFER SELVİ (22 Temmuz 2013/Evrensel)

22 Temmuz 2013 Pazartesi

MİZAHHABER DUVARINDAN-18...


CİHAN DEMİRCİ'DEN LAFORİZMALAR...


SUNA PEKUYSAL, GERÇEK BİR KOMEDYENİN 5. ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE MİZAHHABER'DEN BİR KAÇ SATIR...


GERÇEK SANATÇILARINI DAHA YAŞARKEN "UNUTAN" BU NANKÖR  ÜLKE, GÜÇ KARŞISINDA DİZ ÇÖKEN SANATÇI TİPİNİ İSE PEK SEVER, DİZ ÇÖKÜCÜ TİPLERİ İHYA EDER, ZENGİN EDER, LÜKS İÇİNDE YAŞATIR... İŞTE ONLARDAN BİRİ... SÖZDE, O DA KOMEDYEN, FİZİKSEL HASTALIĞINA RAĞMEN DİMDİK GİDEN SUNA PEKUYSAL DA, SAHİ SİZİN KOMEDYENİNİZ HANGİSİ?..