BALONDAN YAZARLARIN CİRİT ATTIĞI GÜNÜMÜZDE O
GERÇEK BİR BALON YAZARI:
GERÇEK BİR BALON YAZARI:
ORHAN ÖNAL
Orhan Önal ve Cihan Demirci, Kadıköy'de buluştular...
- Derken Ali Acar vardı. Sayfa sekreteri. Cumhuriyet’te. Bana bir süre sonra; “Sen iyi yazıyorsun, Ceylan Yayınlarının kitapları var, Teksas, Tommiks filan. Gitsene orda sana çok iş çıkar” dedi… Gittim, Ceylan Yayınlarının sahibi Erdoğan bey orda beni imtihana çekti. “Sen burada otur, ben sana oda vericem, 4 tane kitap vericem” dedi. Teksas, Tommiks, hatta Kinova’yı yazdım. O bitti sonra başka bir yerde başladım. Ferdi Sayışmanla tanıştım. O da bana iş verdi. Bu iş uzadı gitti…Anlayacağın böylece “balon yazarı oldum” çıktım…
- Bir dönem Milliyet’te de epeyce balon yazdın bildiğim kadar…
- Milliyet gazetesinde yazdım. Abdi İpekçi zamanında. Milliyet’te bantları yazan bir arkadaş vardı, o ara zengin bir kız bulmuş bu işi bıraktı. 70’li yıllar. Bana teklif etti; “Bu bantları sana teslim edeyim, sana devredeyim yazma işini” dedi. 10 tane filan çizgi bant. Yukardan aşağıya sıralanan bu bantların balonlarını yazdım. Orada Tümer Argın vardı. Dedi ki, “Sen bunları bir hafta yaz eğer Abdi İpekçi ses çıkarmazsa devam et.” O sırada ben zaten yazmaya başlamıştım. O mizah sayfasındaki bütün balonları yazdım... Milliyet’te Bedri Koraman’ın da balonlarını yazdım. Güzel kadınlar gelirdi. Gazetede çayçı Felek var. Felek birgün Bedri’ye; “Abi senin hanım aşağıda” dedi. Biraz sonra hanımı geldi. Kadın kocasının çapkın olduğunu biliyor. Kızlar karısını görünce, “Bedri bey karınız çok güzelmiş aslında” dediler. O da fena diildir dedi. Hem matrak hem çapkın, hayat dolu bir adam. Güzellik yarışmalarında jürilik de yaptı zaten. Bedri bey son olarak 3-4 sene önce beni çağırdı. Sabah gazetesinde çiziyor o sıra. Bodrum’a gidecekmiş. Güzel bir evi var, Büyükderede. Orda balonlarını yazdım…
- O yıllarda, yani 1977-78 yıllarında önce iki tam sayfa, sonra bir, sonra da yarım sayfa mizah vardı Milliyet’te…
Onunla uzun zamandır röportaj yapacağım, araya pek çok şey girince hep erteledim. Sonunda seller giden bir günde Kadıköy’deki buluşma mekanım Akdeniz Kafe’de buluşuyoruz Orhan ağabeyle… Karşımda 80 yaşında bir tarih… Orhan Önal… Semih Balcıoğlu’nun “Türk Karikatürü” kitabının ilk iki basımındaki özgeçmişinde doğum tarihi “1936” yazıyor, Karikatürcüler Derneğinin sitesindeki özgeçmişte ise “1930”… Söze bu tarihlerden hangisi doğru Orhan abi“ diyerek başlıyorum. Orhan Önal gülümseyerek “1930” diyor ve ekliyor…
- Sıfırı altı gibi gördü herhalde, ben aceleyle yazmıştım, sıfır altı sanılmış 1936 çıkmış o kitapta, doğrusu 1930…
- Karikatür çizerek başlamışsın bu serüvene, epey geriye gidersek başladığın döneme dair neler diyeceksin...
- Sıfırı altı gibi gördü herhalde, ben aceleyle yazmıştım, sıfır altı sanılmış 1936 çıkmış o kitapta, doğrusu 1930…
- Karikatür çizerek başlamışsın bu serüvene, epey geriye gidersek başladığın döneme dair neler diyeceksin...
- İlk karikatürüm Akbaba’da ya da Son Saat’te çıktı, ben de hatırlayamıyorum. İkisinden biri olmalı. Ben ağırlıklı olarak spor karikatürü çizdim. Pardon’da da çizdim, karikatürcü olarak ilk gittiğim yer Akbaba dergisi olmalı. Nehar Tüblek’e götürmüştüm karikatürlerimi…
- Ama sanırım senin karikatürcülüğünün öncesinde kısa süreli bir yazarlık döneminde olmuş… Bunu ben de şimdi öğrendim. Bu yazarlık, sonradan gelecek balon yazarlığı değil üstelik…
- Aslında ben bu işe hikaye yazarak başladım. Edebiyat dergilerine merak saldım. Karikatüre meraklıydım ama. Hisar edebiyat dergisi çıkıyordu o vakitler. Orda Turgut Özakman, eski şairler filan vardı. O devirde ben de yazdım Hisar’da. Ondan sonra Ulus gazetesinin devamı olan, akşam üstü çıkan Çetin Altan'ın yazdığı bir gazete vardı. İsmini unuttum. Akşam üstü çıkan o gazetede beş altı tane hikaye yazdım. Pek o kadar önemli değil ama fena da değildi o yazılar. Hatta bir tanesi Milliyet Çocuk dergisinde de sonradan çıktı. Yalvaç Ural beğenip kullanmıştı.. Bir geminin batış öyküsüydü. Tarık Dursun da oradaydı ve beğenmişti. Ondan sonra cesaretlendim. Opera sanatçısı bir arkadaşım vardı. Sanatçı diye ona gösterdim. Sen iyi karikatür çiziyorsun dedi. Hikaye de yazıyorsun ama bence çiz dedi. Merakım vardı zaten. Nerden nereye? Sonra karikatüre başladım. Yazar Necati Güngör var ya, bir ara bana “boşver napıcan yazıyı karikatür çizmene bak” demişti. 1957-58 de Dolmuş’ta çiziyordum.
- Çizerliğinde kaç yıl geride kalmış oluyor?..
- 57-58’lerde çizmeye başladığıma göre 52 sene olmuş.
- Orhan ağabey 60’larda, 70’lerde çizdin. Bizim seninle ilk tanışmamız da 1982 yılında İbrahim Tapa’nın yanında olmuştu. Güneş gazetesine bir mizah eki hazırlıyorduk hani. Bülent Karaköse, Süleyman Özkonuk, Ogan Kandemiroğlu filan Tapa ile çalışıyorduk. Güneş’in bir türlü çıkmayan Gölge mizah eki. Gece aniden prova baskısı olurdu, seni pijamalarla evden karikatür balonu yazmaya getirirdi İbrahim Tapa. Üstüne bir palto alıp gece yarıları dergiye gelir. Sünnetçi çantası gibi gördüğümüz çantanı açarak, çeşit çeşit rapido kalemlerle karikatürlerin, çizgi bantların balonlarını yazardın. Sanki dergi de çıkacakmış gibi. Bir yıla yakın bir süre çalışmıştık. Bir sürü prova baskı yapılmıştı ama Güneş gazetesi bu eki çıkmadan kapatmıştı. Sonrasında pek çok gazetede-dergide birlijte olduk. 1992-93 yıllarında Milliyet Yayınlarının dergilerinde birlikte çalıştık. Hey gidi günler. Peki balon yazarlığına geçişin nasıl oldu?.
- O çok enteresan, ben Cumhuriyet gazetesine gidiyordum, spor karikatürü yapıyordum. Ali Ulvi ile ben vardım o zamanlar gazetede pek kimse yoktu. Dediğim gibi Cumhuriyet’e, spor karikatürü çiziyordum. Agop arad vardı. Çizer, ressam. O da Cumhuriyet’te resim yapıyordu. Bir gün öğlen geldim gene gazeteye karikatür çizmeye. Agop biraz şakacı, herkesin sevdiği bir adamdı. Hatta kızdırırlardı onu, Ermeni diye. Önüne çizgi bantlar koymuşlar, Dişi Bond, Tiffany, bir tane daha vardı, üç tane çizgi bant… “Ulan bunu kim koymuş sayfaya ben bunun yazılarını yazamam ki gözüm görmez” dedi, sinirlendi… Ben de yanına yaklaşıp “Dur bir bakayım” dedim… Ben de o kadar güzel yazmıyordum o zamanlar. Ama oturdum biraz uğraştım bir iki denemeden sonra düzgün yazmaya başladım… Sonra bana verdiler bu işi. Derken üstüme kaldı bu iş. Tiffany diye modayı takip eden güzel bir çizgi banttı.. Tarih 1965’ler filandı sanırım.
- Çizerlikte 52 yıl demiştin. Demek ki balon yazarlığında da 45 yıl geride kalmış… Sonrası nasıl gelişti?
- Ama sanırım senin karikatürcülüğünün öncesinde kısa süreli bir yazarlık döneminde olmuş… Bunu ben de şimdi öğrendim. Bu yazarlık, sonradan gelecek balon yazarlığı değil üstelik…
- Aslında ben bu işe hikaye yazarak başladım. Edebiyat dergilerine merak saldım. Karikatüre meraklıydım ama. Hisar edebiyat dergisi çıkıyordu o vakitler. Orda Turgut Özakman, eski şairler filan vardı. O devirde ben de yazdım Hisar’da. Ondan sonra Ulus gazetesinin devamı olan, akşam üstü çıkan Çetin Altan'ın yazdığı bir gazete vardı. İsmini unuttum. Akşam üstü çıkan o gazetede beş altı tane hikaye yazdım. Pek o kadar önemli değil ama fena da değildi o yazılar. Hatta bir tanesi Milliyet Çocuk dergisinde de sonradan çıktı. Yalvaç Ural beğenip kullanmıştı.. Bir geminin batış öyküsüydü. Tarık Dursun da oradaydı ve beğenmişti. Ondan sonra cesaretlendim. Opera sanatçısı bir arkadaşım vardı. Sanatçı diye ona gösterdim. Sen iyi karikatür çiziyorsun dedi. Hikaye de yazıyorsun ama bence çiz dedi. Merakım vardı zaten. Nerden nereye? Sonra karikatüre başladım. Yazar Necati Güngör var ya, bir ara bana “boşver napıcan yazıyı karikatür çizmene bak” demişti. 1957-58 de Dolmuş’ta çiziyordum.
- Çizerliğinde kaç yıl geride kalmış oluyor?..
- 57-58’lerde çizmeye başladığıma göre 52 sene olmuş.
- Orhan ağabey 60’larda, 70’lerde çizdin. Bizim seninle ilk tanışmamız da 1982 yılında İbrahim Tapa’nın yanında olmuştu. Güneş gazetesine bir mizah eki hazırlıyorduk hani. Bülent Karaköse, Süleyman Özkonuk, Ogan Kandemiroğlu filan Tapa ile çalışıyorduk. Güneş’in bir türlü çıkmayan Gölge mizah eki. Gece aniden prova baskısı olurdu, seni pijamalarla evden karikatür balonu yazmaya getirirdi İbrahim Tapa. Üstüne bir palto alıp gece yarıları dergiye gelir. Sünnetçi çantası gibi gördüğümüz çantanı açarak, çeşit çeşit rapido kalemlerle karikatürlerin, çizgi bantların balonlarını yazardın. Sanki dergi de çıkacakmış gibi. Bir yıla yakın bir süre çalışmıştık. Bir sürü prova baskı yapılmıştı ama Güneş gazetesi bu eki çıkmadan kapatmıştı. Sonrasında pek çok gazetede-dergide birlijte olduk. 1992-93 yıllarında Milliyet Yayınlarının dergilerinde birlikte çalıştık. Hey gidi günler. Peki balon yazarlığına geçişin nasıl oldu?.
- O çok enteresan, ben Cumhuriyet gazetesine gidiyordum, spor karikatürü yapıyordum. Ali Ulvi ile ben vardım o zamanlar gazetede pek kimse yoktu. Dediğim gibi Cumhuriyet’e, spor karikatürü çiziyordum. Agop arad vardı. Çizer, ressam. O da Cumhuriyet’te resim yapıyordu. Bir gün öğlen geldim gene gazeteye karikatür çizmeye. Agop biraz şakacı, herkesin sevdiği bir adamdı. Hatta kızdırırlardı onu, Ermeni diye. Önüne çizgi bantlar koymuşlar, Dişi Bond, Tiffany, bir tane daha vardı, üç tane çizgi bant… “Ulan bunu kim koymuş sayfaya ben bunun yazılarını yazamam ki gözüm görmez” dedi, sinirlendi… Ben de yanına yaklaşıp “Dur bir bakayım” dedim… Ben de o kadar güzel yazmıyordum o zamanlar. Ama oturdum biraz uğraştım bir iki denemeden sonra düzgün yazmaya başladım… Sonra bana verdiler bu işi. Derken üstüme kaldı bu iş. Tiffany diye modayı takip eden güzel bir çizgi banttı.. Tarih 1965’ler filandı sanırım.
- Çizerlikte 52 yıl demiştin. Demek ki balon yazarlığında da 45 yıl geride kalmış… Sonrası nasıl gelişti?
- Derken Ali Acar vardı. Sayfa sekreteri. Cumhuriyet’te. Bana bir süre sonra; “Sen iyi yazıyorsun, Ceylan Yayınlarının kitapları var, Teksas, Tommiks filan. Gitsene orda sana çok iş çıkar” dedi… Gittim, Ceylan Yayınlarının sahibi Erdoğan bey orda beni imtihana çekti. “Sen burada otur, ben sana oda vericem, 4 tane kitap vericem” dedi. Teksas, Tommiks, hatta Kinova’yı yazdım. O bitti sonra başka bir yerde başladım. Ferdi Sayışmanla tanıştım. O da bana iş verdi. Bu iş uzadı gitti…Anlayacağın böylece “balon yazarı oldum” çıktım…
- Bir dönem Milliyet’te de epeyce balon yazdın bildiğim kadar…
- Milliyet gazetesinde yazdım. Abdi İpekçi zamanında. Milliyet’te bantları yazan bir arkadaş vardı, o ara zengin bir kız bulmuş bu işi bıraktı. 70’li yıllar. Bana teklif etti; “Bu bantları sana teslim edeyim, sana devredeyim yazma işini” dedi. 10 tane filan çizgi bant. Yukardan aşağıya sıralanan bu bantların balonlarını yazdım. Orada Tümer Argın vardı. Dedi ki, “Sen bunları bir hafta yaz eğer Abdi İpekçi ses çıkarmazsa devam et.” O sırada ben zaten yazmaya başlamıştım. O mizah sayfasındaki bütün balonları yazdım... Milliyet’te Bedri Koraman’ın da balonlarını yazdım. Güzel kadınlar gelirdi. Gazetede çayçı Felek var. Felek birgün Bedri’ye; “Abi senin hanım aşağıda” dedi. Biraz sonra hanımı geldi. Kadın kocasının çapkın olduğunu biliyor. Kızlar karısını görünce, “Bedri bey karınız çok güzelmiş aslında” dediler. O da fena diildir dedi. Hem matrak hem çapkın, hayat dolu bir adam. Güzellik yarışmalarında jürilik de yaptı zaten. Bedri bey son olarak 3-4 sene önce beni çağırdı. Sabah gazetesinde çiziyor o sıra. Bodrum’a gidecekmiş. Güzel bir evi var, Büyükderede. Orda balonlarını yazdım…
- O yıllarda, yani 1977-78 yıllarında önce iki tam sayfa, sonra bir, sonra da yarım sayfa mizah vardı Milliyet’te…
- Evet. Sayfanın adı mizahtı. Şimdi nerde bu kadar mizaha ayrılan yer. Şimdi aklıma geldi. Akbaba’ya karikatür götürdüğüm zamanlarda Sirkeci garından çıkarken, çarşaflı bir kadın görmüştüm. Kovboy kılıklı bir çocuk, çarşaflı bir kadınının elini tutmuş yürüyordu…Bu görüntüyü gördüm ve aynısını çizdim. Sonra Akbaba’da Nehar Tüblek’e verdim. Nehar Tüblek; “Bu karikatür ne güzeeeel, işte karikatür buuu” deyip karikatürü aldı ve yayınladı. (Burada Orhan ağabey güzel bir Nehar Tüblek taklidi yaptı!)
- Çalışmadığın gazete azdır. Diğerlerinden bahsedelim…
- Yeni İstanbul’da çalıştım. Ordan çıktım. 80’lerde Günaydın gazetesinde “Zeynep” adlı bir çizgi bant çizdim. 2-3 yıl sürdü. Rahmetli Savaş Dinçel’le alt alta iki bant yapıyorduk. Bir süre çocuk dergilerine çizdim, Milliyet Çocuk’ta “Bıdık Ali” diye bir tip çizdim. O zamanlar Milliyet Çocuk dergisinin balon yazılarını da yazdım. Çizerken yazıyordum yani. Bir ara Bedri Koraman çağırdı beni. “Benim Pazar ekindeki karikatürlerin yazılarını sen yaz” dedi. O zaman Güneş gazetesinde. Yazdım. Her yerden balon yazma teklifi gelmeye başladı. Öyle bir şey oldu ki, ben bir ara karikatürü bırakmak durumunda kaldım nerdeyse. Her yerden teklif geldi. Tevfik Yener’in çıkardığı yayınlarda da yazdım. Milliyet’in Almanya servisine de balon yazıları yazdım. Cafer Zorlu ile çalıştık orası için. Öyle anlar geldi ki yataktan kaldırıp balon yazdırdılar bana. Artun Yeres arardı, çağırırdı. Fotoromanlar hep son anda yetişirdi. Yener Çakmak, Artun Yeres, İrfan Tözüm.. Onların çektiği fotoromanların balonlarını da yazdım. Artun Yeres bir daha olmaz derdi ama gene olurdu. Dediğim gibi hep son anda yetişirdi her şey. Orda epeyce yordular beni.
- Şöyle diyebilir miyiz, karikatürden çok balon yazarlığı ile hayatını kazanmaya başladın. Bu işi yaparak yaşayan çok az insan çıktı. Benim bildiklerim bir dönem balon yazarı olan Rıza Külegeç var ki, Gırgır’da ve Hıbır’da balon yazdıktan sonra bu işi bıraktı şimdi Bodrum’da kafe işletiyor. Şu anda senin dışında devam eden size göre daha genç kuşak diyebileceğimiz sevgili Şevki Sayışman kardeşimiz var. Ferdi Sayışmanın oğlu. Leman’dan başlayarak günümüz dergilerinin çoğunun balonlarını o yazdı, yazıyor…
- Öyle oldu, balon yazarlığıyla hayatımı sürdürdüm. Bazı karikatürcüler iyi yazardı ama Rıza talebeydi galiba, orda yani Gırgır’da başka işler yaparken o da baloncu oldu sanırım. Dediğin gibi bir de Şevki var.
- Çizgi bantların, karikatürün basında eski hızı olmadığı için sanırım sonrasında bu işin de üretimi azaldı. Sen şu anda da balon yazarlığını hala sürdürüyorsun bildiğim kadar…
- Bir ara Takvim’de çalıştım, bir ara Posta’da haftalık çizdim. Sonra bütün bantları aniden çıkardı bu gazete. Şu anda Radikal'de sürüyor. Halen Radikal’de 3 tane çizgi bantın balonlarını yazıyorum. Cathy , Garfield, önce Cumhuriyette yazıyordum sonra oraya geçti bu bant. Bir de Dilbert var.
Orhan Önal'dan iki sportif karikatür...
- Bildiğim kadar teknoloji balona da girdi. Son yıllarda balon yazıları için de şablon yazı karakterleri kullanıyorlar yani günümüzde balonu elle yazdıran çok az kaldı değil mi?..
- Doğru. Şöyle oldu Milliyet Çocuk dergisini yaparken Hemingway'in hayatını anlatan bir resimli roman vardı. Yalvaç Ural bunu bilgisayarda yazsınlar dedi. Aslında ben başlamıştım yazmaya ama bilgisayarda yazanlara verdi bu resimli romanı. Tüfek icat oldu mertlik bozuldu. Bildiğim kadar mizah dergilerinde de bilgisayarla yazılıyor artık.
-Sence bilgisayarın yazı karakterleri karikatüre ya da çizgi banta gidiyor mu?..
- Bilgisayarla çizilen bir karikatüre belki yakışıyor ama elle çizilen bir karikatüre gitmiyor. Elle çizilen bir karikatürde ya da bantta elle yazılan balon daha güzel bence.
- Sevgili Orhan ağabey, dediğin gibi, balonculukta 45 yıl geçmiş. Bebelere balon da değil bu. Yüzlerce, binlerce, onbinlerce balon yazdın. Balon yazarlığıyla ilgili seni güldüren bir anı var mı aklında?..
- En hoşuma giden anı şu. Bir gün Cağaloğlu’nda Milliyet Çocuk’ta çalışırken Tarık Dursun K. var müdürümüz… O da çok meraklı bir insandı. Tarık Dursun’la yemekten sonra dışarı çıktık dolaşıyoruz, baktık karşıdan Yaşar Kemal geliyor… Tarık Dursun; “Yaşar, bak sana bir yazar tanıtıcam dedi ve şöyle devam etti: “Bak Yaşar, bu Ortadoğunun ve Balkanların en büyük balon yazarı Orhan Önal...” Adam da öylece bakakaldı. Matrak bir andı.
- Balon yazarların sürekli çoğaldığı günümüzde sen gerçek bir balon yazarısın…. Bu durum sende ne gibi duygular uyandırıyor?..
- Sevgili Orhan ağabey, dediğin gibi, balonculukta 45 yıl geçmiş. Bebelere balon da değil bu. Yüzlerce, binlerce, onbinlerce balon yazdın. Balon yazarlığıyla ilgili seni güldüren bir anı var mı aklında?..
- En hoşuma giden anı şu. Bir gün Cağaloğlu’nda Milliyet Çocuk’ta çalışırken Tarık Dursun K. var müdürümüz… O da çok meraklı bir insandı. Tarık Dursun’la yemekten sonra dışarı çıktık dolaşıyoruz, baktık karşıdan Yaşar Kemal geliyor… Tarık Dursun; “Yaşar, bak sana bir yazar tanıtıcam dedi ve şöyle devam etti: “Bak Yaşar, bu Ortadoğunun ve Balkanların en büyük balon yazarı Orhan Önal...” Adam da öylece bakakaldı. Matrak bir andı.
- Balon yazarların sürekli çoğaldığı günümüzde sen gerçek bir balon yazarısın…. Bu durum sende ne gibi duygular uyandırıyor?..
- Öyle dediğin gibi herkes yazıyor artık… Önüne gelen yazıyor, gerçek yazar ise çok az, her şey dejenere oldu sonuçta. Yazılmış olanı da berbat ediyorlar. Televizyonlarda oynayan dizileri görmüyor musun, ne hale geliyor… İşte Yaprak Dökümü… Aşkı Memnu da başka bir rezalet, herkes birbirine sulanıyor. Daha önce yazılmış metinleri değiştirmeseler bari, ama onlarla oynayıp onları da bozuyorlar…
- Karikatürcülüğünde 52 yıl geride kalmış… Karikatürün şu anki durumu hakkında neler düşünüyorsun?..
- Karikatüre eski ilgi yok. Şimdi karikatürler gazetelerde suya sabuna dokunmuyor. Çok küçük kullanıyorlar. Pul gibi. Sabah gazetesinde Salih Memecan’ın karikatür yazılarını da ilk zamanlar ben yazmıştım. Dediğim gibi karikatürün eski tadı yok. Karikatür çizgisi de bir tuhaf oldu. Adam olduğu yerde çivili bir sürü laf ediyor. Bir kafa koyuyor, bir sürü laf ediyor. Lafa dayalı karikatür yapıyorlar. Ama gençlerin hoşuna gidiyor bu tür çizgiler. Gırgır zamanında bir ustalık vardı, şimdi iş kolaylaştı. Sonuçta her işte bir bozulma var. Diyeceğim o ki karikatür çok ucuzladı. Postaya çiziyordum haber bile vermeden kaldırmışlar, çıkmadı. Habertürk’e gittim kimseyle konuşamadım bile. Spor servisi şefi var. Spor karikatürü çizdim, kalsın bizde dedi. Fatih Altaylı bir zamanlar beraber maç seyrettiğimiz bir adamdı, çok işlerim var dedi bir ara karşılaştık.
- Orhan abi, sen Menderes zamanında da çizdin. Menderes dönemindeki baskı ortamını düşünecek olursan, bugün yaşanan baskı ortamı daha mı kötü sence ne dersin?...
- Aynı gibi bir şey. O zaman karikatür ön plandaydı en azından. O zamanda içeri atıyorlardı. İstanbul Ekspreste çiziyordum, muhalif bir gazeteydi. Orda biraz tehlikeli bir karikatür çizdiğimde başımıza iş çıkarma derlerdi, koymazlardı. Korkarlardı. Bugün bu durum daha arttı sanırım.
Orhan Önal'ın arşivinden 1969 yılında, Karikatürcüler Derneğinin kuruluş döneminden kalma bir fotoğraf...Kendisi en sol ayakta duran Bedri Koraman'ın hemen yanında.
- İnternet yoluyla elime geçen bir kaç fotoğraf var… Karikatürcüler Derneğinin 1969’daki kuruluş dönemlerinden… Derneğin ilk genel kurulundan bir fotoğraf. Orda sen de varsın. Karikatürcüler Derneğinin kuruluşundaki ilk üyelerdensin, neler diyeceksin o günlere dair?..
- Ben o fotoğrafı Semih Poroy’a vermiştim zamanında. Fotokopi çektirip herkese dağıttı sağolsun. Orjinali bende onun. Ordakilerin çoğu ölmüş durumda. 9-10 tanesi ölmüş. 40 sene evveldi. Cumhuriyet’te oturuyordum. Orda; “Karikatürcüler Derneği kurulacakmış gelir misin” dediler. O sırada Aydın Aliustaoğlu da vardı yanımda, onunla birlikte gittik. Çok kişi değildik. Yirmi kişi filandık sanırım. Başta da Ratip Tahir Burak vardı. Milletvekilliği de yapmıştı. Orda bir konuşma yaptı, nutuk çekti bize. 1970… Resimler çekildi. Sonra görüş ayrılığı nedeniyle ayrılanlar oldu, Ratip Tahir de bir hafta sonra istifasını vermiş. Niye olduğunu bilmiyorum ama kuruluş çalışmalarında varken üye bile olmadan ayrıldı.
İşte Orhan Önal'n bahsettiği fotoğraf.. 1970 yılında Karikatürcüler Derneğinin ilk genel kurulundan, artık çoğu aramızda olmayan çizerler... Orhan Önal en soldaki gözlüklü...Daha kimler yok ki...
- 52 yılı aşan çizerlik, 45 yıldır süren balon yazarlığı…Hem çizer, hem yazar… Ben de senin gibi yazarlıkla-çizerlik arasında kalmış, ikisini birden yapan biri olarak sormak istiyorum, ikisinin arasında kalmak zorluk yarattı mı?..
- Yaratmaz mı? Diyeceğim ben balon yazarlığı ile çizerlik arasında kaldım. Balon yazarlığı giderek ağır basınca bu durum çizerliğime zarar verdi diyebilirim…
Gene Yorgan mizah dergisinden bir anı... 16 Haziran 1993 tarihli bu fotoğrafta Orhan Önal en önde çömelmiş halde görülüyor... En solda Cihan Demirci, en sağda ise Sunder Erdoğan...
Sevgili Orhan Önal’la seller giden bir Aralık günü öğleden sonrasında Kadıköy’de birkaç saat konuştuk… Kah güldük, kah hüzünlendik. Karşımda 80'ine yürüyen merdiven dayamış bir delikanlı vardı. Ortaya bu röportaj çıktı… Orhan Önal 2010 yılında 80 yaşında… Üretmeye, koşturmaya devam ediyor… Kendini genç gören pek çok yazar-çizerden çok daha fazla hareket içersinde. Hala çizgi bantların balonlarını yazıyor… Ne zaman bir baloncu görsem aklıma hep o gelir benim. Hani baloncunun tüm balonlarını satın alıp sonra da onları gökyüzüne bırakan insanlar vardır ya, Orhan abinin bunca yıldır yazdığı karikatür ve çizgi bant balonlarını alıp sonra da öylece gökyüzüne bıraksak gökyüzü ne renkli olur diye düşünürüm bazen.
Heyecanla anlattı bana eski günleri. Onunla tanışmamızın üzerinden 28 yıl geçmiş ama sanki dün gibi konuşuyoruz Güneş gazetesi günlerini. Üreten insanın ayakta kalacağının güzel bir örneği o. Başlıkta da dediğim gibi balondan yazarların ortalığı sardığı günümüzde sevgili Orhan Önal ağabey, gerçek bir balon yazarı olarak onlardan ayrılıyor ve kulvarında tek başına koşuyor adeta… NİCE BALONLARA, NİCE ÇİZGİLERE SEVGİLİ ORHAN ÖNAL…
CİHAN DEMİRCİ
CİHAN DEMİRCİ