24 Temmuz 2008 Perşembe

OĞUZ ABİMİZİ ÖLÜMÜNÜN
4. YILINDA SEVGİ
VE ÖZLEMLE ANIYORUZ...

Türk karikatürünün ve mizahının kendine özgü bir tarz yaratmış, tek başına bir okul görevi görmüş büyük ustasını bundan 4 yıl önce 26 Temmuz 2004'te yitirmiştik...

1936'da Silivri'de dünyaya gelmişti... 2004 yılının 26 Temmuz'un da henüz 68 yaşındayken, Bodrum'da aramızdan uçuverdi... 4 yıl geçti aradan... Son yıllarında epeyce sıkıntılar, üzüntüler yaşadı... 1972'nin Ağustos ayında yayınladığı mizah dergisi GIRGIR mizahımızda yepyeni bir çığır açmış, kendi çizerini yetiştiren bir dergi olmuştu... 1989 yılının sonlarında Gırgır dergisi elinden zorla alındı. Sonrasında Avni, Dıgıl gibi dergiler çıkardı ve derken Hürriyet'e geçti. "Huysuz İhtiyar" yazılarıyla mizah yazarlığında da ne denli usta olduğunu herkese gösterdi. Dimdik bir adamdı. An geldi çok sıkıldı, bunaldı. Pek çok kabına sığmayan, yetenek dehası insana yaptığı gibi bu ülke onu da yemeye başlamıştı... Ama kararları hayatı boyunca hep o vermişti. Buralardan gitme kararını da gene kimseye bırakmadı ve kendisi verdi ve bir Bodrum sıcağında uzaklara gidiverdi... Bizler bugün hala inatla bu işi yapmaya çabalıyorsak bunda onun bize miraz bıraktığı o müthiş inadın büyük payı vardır. Seni tanımış olmak bize en büyük mutluluk sevgili Oğuz abi... (C.D.)
--------------------------------------------------------


SANSÜRÜN KALDIRILIŞININ
100. YILINDA
CİHAN DEMİRCİ YAZDI...
Mizahın
özgürleşmesinin
100. yılında
1908’i aratan
karanlık tablo!

2. Meşrutiyetin 1908’de ilanıyla başlayan özgürlük ortamında, 30 yıldan fazla bir süre suskun kalmış (!) olan mizah yayıncılığı patlamıştı, aradan tam 100 yıl geçti ve AKP iktidarındaki bir ülke şimdilerde 1908’i bile mumla arar hale geldi!..



Osmanlı İmparatorluğu döneminde Teodor Kasap'ın çıkardığı ilk mizah dergisi olan Diyojen’in 23 Aralık 1869’da yayınlanmasıyla bu topraklarda başlayan mizah dergiciliği serüveni, 1876’da Birinci Meşrutiyetin ilan edilmesiyle daha emekleme döneminde ciddi bir darbe yemişti. Devir Abdülhamid devriydi. Mizah yayınlarının henüz 6-7 yıllık bir emekleme döneminde olduğu günlerde Abdülhamid’in baskıcı ortamına girildi ve mizah dergileri 19. yüzyılın sonlarına doğru karanlığa koşturan Osmanlı’da padişah baskısıyla susturuldu. Bu baskı öyle 3-5 yıl filan da sürmedi. 1876’da kendini göstermeye başlayan bu baskı rejimi, Abdülhamid döneminin sonu olan, 1908’deki 2. Meşrutiyetin ilanına dek sürdü. Böylece mizah yayıncılığı 30 yıldan fazla bir süre ortadan adeta kayboldu, yok oldu…

1908’de 2. Meşrutiyetin ilanıyla başlayan özgürlük ortamında, Abdülhamid’in düşürülmesiyle birlikte İstanbul’da sayısı 35’i aşan mizah dergisi aynı dönemde ardı ardına yayınlanmaya başladı. 32 yıla yakın bir süre yatağına hapsedilen mizah yayıncılığı 1908’le birlikte adeta patlamıştı. Bu yüzden çizer ve karikatür araştırmacısı Ferit Öngören’in de dediği gibi: “1908 yılı mizah yayıncılığımız açısından bir dönüm noktası sayılabilir.”

Ferit Öngören “Türk Mizahı ve Hicvi” adlı kitabında şöyle anlatıyor bu dönemi: “…Doğrusu böyle bir olay, Türkiye tarihinde ikinci bir örneği ne görülmüş ve ne de görülebilecek bir olaydır. Sanırım Avrupa’da da böyle bir olay gösterilemez. Bu kalabalık mizah dergileri sürekli bir yayın göstermemiş olup, daha çok özgürlüğün ilanıyla sevinçten havaya fırlatılmış Osmanlı feslerine benzetilebilirler.”


1877’DE “HAYAL”DE YAYINLANAN,TEODOR KASAP’IN 3 YIL HAPİS CEZASI ALDIĞI KARİKATÜR… KARİKATÜRÜN ALT YAZISI ŞÖYLE:
- Nedir bu hal Karagöz?
- Kanun dairesinde serbesti, Hacivat!



1908, 2008’den daha ileriymiş!

Ferit Öngören, 1908’de birbiri ardına çıkan mizah dergilerinin yol açtığı çok ilginç bir duruma da dikkat çekiyor ve diyor ki: “Bu çok önemli mizah olayının yanında yine aynı önemde bir mizah olayıyla daha karşılaşıyoruz. Batı örneği mizah dergileri furyasına karşılık, dört yüz yıllık bir geçmişi olan Kasımpaşa’daki Karagöz Loncası, kendisini aynı yıl kapamaktadır. Bu durumu, Nakşibendi tarikatının bir protestosu olarak değerlendiren hikayeler vardır.”

İşte böyle…1908’de yaşanan özgürlük ortamıyla İstanbul’da 40’a yakın mizah dergisi ve gazetesi ardı ardına çıktı ve Abdülhamid’in 32 yıllık baskı döneminin köküne de mizahın şahlanışıyla kibrit suyu ekildi.

Yıl: 2008… Kasımpaşa’da 100 yıl önce kendini fesheden Karagöz loncasının yerinde pek de yeller esmiyor işin gerçeği. Zira padişahlık özlemi “Demokrasi”ye emir-komuta zinciri içinde girmiş bu topraklarda öyle kolay kolay bitmiyor, dinmiyor… Aradan geçen 100 yıl da bırakın ileri gitmeyi, Abdülhamid dönemine geri dönen zavallı bir Türkiye ile karşı karşıyayız. Sansür bugün de fazlasıyla var... İşin 100 yılık acı gerçeği tokat gibi yüzümüze vuruyor ki; mizah dergileri ve siyasi mizah bugün 1908’de yakaladığı o özgür ortama bile sahip değil! (Üstelik bu kez bu durumu kendine dert edinen mizahçı ve okur sayısı da çok ama çok azken yakalandık bu fırtınaya!!!)

1908 yılında 2. Meşrutiyetin ilanı olan 24 Temmuz günü Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından yıllardır bir gazetecilik bayramı olarak; “Sansürün kaldırılışı ve basın özgürlüğü günü” şeklinde kutlanıyor. Aslında ortalıkta kutlanacak pek de bir şey kalmamışken...


Ve sonuçta bizler bu tarihin 100. yılına gelip dayandık. Lakin 1908’deki özgürlük kazanımlarının 100. yılında bugün karşımızda pek çok “karikatür davası” açmış, öfkesi burnunda bir Başbakan portresi var. Ülkede zaten esamesi zor okunan, neredeyse yok olma aşamasına gelmiş “siyasi mizahı” daha da doğru bir deyişle “muhalif mizahı” tamamen bitirmeyi kafasına koymuş bir Başbakan portresi bu. Öfkeyi “Hitabet Sanatı” sayan kızgın mı kızgın bir Başbakan! Öfkelendikçe açıyor davayı.

Görünen acı gerçek şu ki; mizah dergileri de, biz mizahçılar da 100 yıl öncesinin özgürlük ortamına bile sahip değiliz şimdilerde. İstediğimizi zaten yazıp çizemediğimiz gibi, yazıp-çizecek özgür ve bağımsız yayın da bulamaz durumdayız! Siyasi mizahın olmazsa olmazı olan gücü; özgür ve bağımsız bir medya da adeta yok edildi. Bu anlamda soluk alamaz bir haldeyiz. Boğazımız sıkılıyor adeta. Bugün bırakın “muhalif” bir mizahın ülkede ses vermesini, en ufak bir eleştiriye bile tahammülün kalmadığı sıkı bir baskı rejimi içersindeyiz…

İnsanın sorası geliyor… Sahi yaşadığımız yıl sizce gerçekten 2008’mi? Yoksa bize 1908’in bile öncesini mi yutturuyorlar 2008 yılındayız diye… Bence, 1908’deki o sansürü yenmiş ortamı bile yakalayamadığımız, gaflet uykusundaki uyuşmuş bir toplum olarak hızla yok olmaya doğru gittiğimiz şu gerilimli günlerde, takvimlere biraz daha dikkatli bakmakta yarar var. Sahi, takvime bakmak yetmiyor daha sonra aynaya bakmakta gerekiyor aslında. Ne de olsa yüz yıl öncesindeki YÜZÜMÜZ BİLE YOK artık!..


Cihan Demirci