12 Ağustos 2020 Çarşamba

"CAN BABA"SIZ KALALI 21 YIL OLDU!.. ANISINA VE ANASONUNA SEVGİYLE!..



Biz bir zamanlar yazın en sıcak günlerinde bile bu kadar terlemezdik zira o yıllarda ülkede "küfür küfür" esen bir Can Baba'mız, Can Yücel'imiz vardı ama onu gene çok sıcak bir tarihte, 12 Ağustos 1999'da, 21. yüzyıla az kala yitirdik!.. 

O İzmir'de hayata veda edip, çok sevdiği ve son yıllarını geçirdiği Datça'da toprağa verildi. Onun öldüğü gün benim doğum günümdü. Ben de Kaş'ta tatilde, çok sevgili Sunder Erdoğan ağabeyimin Kaş'ın en tepesinde oturduğu kartal yuvası gibi bir dairenin balkonunda içiyordum. Sunder ağabey gibi birlikte rakı içmesi acayip bir keyif ve acayip bir yolculuk olan bir özel insanla ve eşi Ülkü ablayla yaşgünü pastamı yerken telefon çaldı ve daha önce de bana başta Aziz Nesin olmak üzere pek çok ölüm haberini ilk ileten insan olan Ercan Günaydın arkadaşım İzmir'den Can Yücel'in ölüm haberini verdi. Can Baba 12 Ağustos'ta gittikten tam beş gün sonra ben gene Kaş'tayken bu kez 17 Ağustos depremi olmuştu. 20. yüzyılın sonlarındaydık ve aslında bizi uyaran bir doğa vardı, güzel insanlar da sıvışıyorlardı ufaktan, şimdi onlardan o kadar az kaldı ki... 

Can Baba'nın ölüm haberini aldığım anda elimde rakı kadehi vardı, Sunder ağabey ve Ülkü ablayla Meis'e doğru kaldırdık kadehlerimizi ve Can Baba'mızın ruhuna içmeye başladık bu kez!.. 

Birden gözüm doldu, zira Can Baba ile 1994-1997 arasındaki 4 yıl aynı yayınevinin yani Papirüs Yayınları'nın yazarları olarak pek çok etkinlikte birlikte olmuş ve 32 kısım tekmili birden macera tadında, anason dolu günler geçirmiş gene de hayatta kalmıştık!. 




Hayatta kalmıştık diyorum zira Ankara Kitap Fuarında 1995 yılının Nisan ayında unutulmaz bir günün gecesinde Mülkiyeliler Lokalinde upuzun bir masada içerken, Can Baba'nın hemen yanında olmanın derin ağırlığıyla epeyce kötü olmuş, bir an önce lavaboya koşturayım derken önümdeki üç-dört basamağı görmeyip yere çakılmış ve kanlar içinde kalakalmıştım. Epeyce alkollü bir halde, çok nadir giydiğim bir renk olan beyaz gömleğime akan kanlara bakarken, başımı kaldırdığımda kendimi kendi cennetimde zannetmiştim zira tepemde bana bakan iki kişi Can Baba ve Aziz Nesin ustaydı. Aziz ağabey de hemen yanımızdaki masadaydı zira o gece. 

Çenemin hemen altı yarılmıştı ve beni hemen Hacettepe Hastanesinin acil servisine yetiştirmişti yayıncı dostumuz Mustafa Aksoy... 


O gece çenemin altına 3 dikiş atılmıştı ve ertesi günkü imzaya bu kez çene altım sargılı halde katılmıştım. Sadece o gece değil elbet, İstanbul'da, İzmir'de, Ankara'da daha pek çok kez ciddi tehlikeler atlatmıştım, bir keresinde kar kış kıyamette Can Baba üzerime düşmüş daha doğrusu yıkılmıştı, gene bir Ankara gecesinde Arkadaş Kitabevinin sahibi Cumhur ağabeyin evinde misafirken Can Baba'nın evin köpeğiyle giriştiği güreşe yenik düşüşüne şahit olup bu kez onu zor kurtarmıştık köpeğin altından!.. Can Baba ile birlikte gidilen her yer ayrı bir heyecan fırtınasıydı. Onunla unutulmaz bir ODTÜ imza günü maceramız ve Ankara Kitap günü imza maceramız var ki ben yaşadıklarımızı en usturuplu halleriyle yıllar önce Radikal-2 ekinde iki haftalık bir yazı şeklinde yazmıştım... 



O yıllarda henüz 30'lu yaşlarımın başlarındaydım ve hayat bu denli yüzüme vurmamıştı acılarını, ülke de bu kadar berbat değildi üstelik ama şimdilerde yani 2020 gibi hayatımızın tüm dünya olarak en berbat yılında daha iyi anlıyorum Can Baba'yı, sonuçta duyarlı bir şairi, yazarı, çevirmeni bu ülke ve bu dünya bu hale getirmişti. Öfkesi yaşananlardan ötürü burnundaydı ama tüm bunlar onun olan bitene olan duyarlılığının eseriydi. Tepkisini yaşı ilerledikçe daha da fazla gösteren, sözünü ve küfrünü kimseden sakınmayan bu özel insanla geçen anlar benim hayatım renkleriydi. Bugün benim de öfkem ona yakın zira benim için de 60'lara az kaldı, dayanılması çok zor bir cehennemde Can Baba hayatımızın soluk alanlarından biriydi, o hepimiz adına basıyordu küfürlerini, hepimiz adına konuşuyordu!.. 


Biz Neyzen Tevfik'lerden, Şair Eşref'lerden beri biraz Aziz Nesin ustada bir de onda görmüştük bu sövgüyü sevdirme halini. Evet Can Baba tam da doğum günümde veda etti dünyaya o gittiğinde 37 yaşıma girmiştim, şimdi 58 yaşına giriyorum, gene bir 12 Ağustos ve hayat küfür küfür esmeye devam etse de, bizi serinleten bir Can Baba'mız yok epeydir, zaten mizahın da, ironinin de, hatta öfkenin de eski tadı yok artık, tadı olan ne kaldı ki şu maskesi burnunda günlerde!.. Uzun yıllardır yaşgünü filan kutlamayan ama o gece bir kaç kadeh içen biri olarak ben bu 12 Ağustos gecesi de gene ona ve tanıdığım böylesi özel dostlara, abilere kaldıracağım kadehimi... Zaten yaşgünümün bir gün öncesinde 11 Ağustos 2015'te yaşama veda eden, ne yazık ki Foça'da virüs yasağı nedeniyle bu yıl da anamadığımız bir başka özel insan sevgili Tarık Dursun K. ağabeyim için de kaldıracağım kadehimi... Onlar bu tatsız coğrafyanın güzelim, benzersiz renkleriydiler ve ben onlardan epeyce tanıdım, iyi ki de tanıdım, yoksa bu renksiz tımarhaneye bu kadar da dayanamazdım... Anlayacağınız, 12 Ağustos'ta anısına içilecek özel dost az değil, o halde anılarına sevgiyle!..

Cihan Demirci - MİZAHHABER