26 Temmuz 2018 Perşembe

CİHAN DEMİRCİ YAZDI: "OĞUZ ABİMİZİ, USTAMIZI 14. ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE DERİN BİR ÖZLEMLE ANIYORUZ!.."

OĞUZ ARAL... 14 koca görünümlü ama koca görüntüsünün altında bir o kadar da kof 14 yıl geçti Oğuz abimizi, ustamızı, babamızı yitireli... Çizgiye ve mizaha adanmış bir koca ömürdü o... Arka arkaya çok sevdiğimiz pek çok insanı yitirdiğimiz kahredici bir 2004 Temmuz'unun 26'sında sıkıldığı bir hayattan ve ülkeden gene kendi isteğiyle giden bir dev çınar... 

OĞUZ ARAL... Bir baba adam... Bir çizgi, bir mizah, bir yürek ustası... Huysuz ama tatlı ihtiyar... Tüm bilgeler gibi dünya mütevazısı... Bildiğini paylaşmaktan keyif alan, günler geceler boyu öğretmekten yorulmamış bir derya... Yüzlerce karikatürcü yetiştirmeye adanmış bir müthiş ömür... Acı olan onun ardından ne yazık ki, onun getirdiği mizah dergiciliğini, halkla buluşturan, büyüten, o samimi ve benzersiz anlayış, 90'lı yılların ortasıyla birlikte terk edildi ve mizah dergiciliği onun bıraktığı bir mirası ne yazık ki kötü ve hoyrat bir şekilde yedi, sayfalar dolusu yazılabilecek hatalarla da bitirdi... İçine düştüğümüz ağır faşizm günlerinde zaten bunun lafının edilmesinin bile pek bir anlamı kalmadı artık... 


OĞUZ ARAL... O bizim tarama ucumuz, çini mürekkebimiz, şöhler kağıdımız, abimiz, babamız, dostumuz, sırdaşımız, arkadaşımızdı... Ona kızanın bile an geldiğinde saygı duyduğu insandı... Titiz bir çizgi adamıydı... Kendisi babasını çocuk yaştayken yitirmiş, kardeşi Tekin'e ve sonrasında yetiştirdiği yüzlerce karikatürcüye "babalık" yapmış olduğunu pek çok kişi bilmez bile... 

OĞUZ ARAL... Kolektif dergi çalışmasının bu topraklardaki gerçek öncüsü oldu... Uykusuz gecelerin adamıydı... Gereksiz taramalardan uzak durmamız için yıllarını ortaya koymuş ama bu anlamda çok da başarılı olamamış bir gerçek ustaydı... 

Haşin ve ürkütücü bir görüntü altında pamuk gibi sımsıcak bir yürek taşırdı... Avni'nin, Utanmaz Adam'ın daha bir sürü çizgi kahramanın babasıydı... Bir pandomim ustasıydı... Bir saz ustasıydı...

OĞUZ ARAL... Son yıllarında aslında müthiş bir "mizah yazarı" olduğunu da göstererek veda etti dünyaya... Sokakta serseri olma olasılığı çok yüksek insanlardan ilk kez bu ülkede karikatürcü, mizahçı yaratmayı başarmış bir ustaydı o... 

Genellikle sıradan ve kıytırık öğretmenliğe dayalı "Yetiştiricisi" pek de fazla olmayan bu coğrafyada harbiden çizer yetiştirmiş bir baba adamdı... Bir daha benzeri olmayan ve olmayacak olan unutulmaz dergi "Gırgır"ın her şeyi... 


OĞUZ ARAL... 1989 yılında çocuğundan yakın gördüğü, çocuğundan daha fazla gördüğü Gırgır dergisinden, patron ve iktidar baskısı altında zorla atılan, dergisi elinden zorla alınan ve onun yanından yetişen bizlerin asla unutmayacağı anlar yaşayan, son yıllarını Hürriyet gazetesinde pek de mutlu geçirmeyen ve aslında tatilden çok veda için gittiği Bodrum'da 26 Temmuz 2004 günü, artık çok sıkıldığı bu ülkeye ve bu dünyaya bilinçli bir şekilde veda eden, anmaktan asla yorulmayacağımız bir şefkat kapısı...  

OĞUZ ARAL... Yalnız kalmayı tercih ettiği son yıllarında kabuğuna çekilmiş bir halde yaşayan, evini bile terk edip, Mecidiyeköy'de tuttuğu bir dairede, çok az eşya ile tek başına yaşamaya başlayan, evinde bir kaç kez ziyaret edip, insanlardan ne denli kaçar halde olduğuna şahit olduğum, son yıllarında gece yarılarına kadar doyasıya sohbet olanağı bulduğum, bir baba, bir derya insan... 

OĞUZ ARAL... Sevgili ustam aramızdan uçalı 10 yıl olsa da o her an yanımda olmaya devam ediyor... Tıpkı giden diğer ustalar gibi... Zaten onların verdiği soluk ve gaz olmasa bu ülkede mizahla uğraşmanın hiçbir anlamı yok artık... Çünkü ülke diye bir yer bile yok artık...
Onlar çok daha güzel günlerde yazıp, çizdiler ve ustalıklarını gösterip gidilecek zamanda gittiler belki de, bize ise kala kala, insan malzemesi tamamen tükenmiş bombok bir coğrafya kaldı... 

Tatsız, tuzsuz, gergin, insan kalitesi yerlerde gezen, kişiliksiz bir coğrafya... Kötü insan kaynayan bir yerde mizah yapmanın zerre kadar tadı yok artık... Hayatın gerçeklerinin hep mizahın yaratıcı gücünün önünde gittiği, gerçek mizahçıyı delirtecek kadar hazin bir coğrafya... Oğuz abi aklıma her düştüğünde, 90'lı yılların ortalarından beri söylediklerimin bugün ağır ve acı bir gerçek olarak mizahın üzerine çökmüş olmasının derin hüznü de içimde... 


OĞUZ ARAL... Bizler, onun yanından geçmiş mizahçılar; Onunla an geldi sarmaş dolaş, can ciğer olduk, an geldi kavga ettik, bazen güneşli, bazen fırtınalı ama her daim sevgi dolu bir birliktelikti bizimkisi... Oğuz Aral... Kişisel tarihimde yeri apayrı bir usta... An geldi babamdan yakın gördüm onu... An geldi koptum, uzaklaştım ama son yıllarında yeniden yanındaydım. Ona dair hislerimi son yıllarında onunla paylaşabilme onurunu yaşattı bana... Kızacağını sandığım şeyler anlattığımda sevecen bir baba edasıyla dinledi... Kendisiyle dalga geçmeyi başarabilmiş kaç mizahçı vardır bu ülkede?.. Bakmayın çoğu burnundan kıl aldırmaz!.. Ama Oğuz abi bu anlamda da müthişti. "Huysuz İhtiyar" adını da kendisi takmıştır zaten. Oysa son yıllarında tam tersiydi Oğuz abi... 

OĞUZ ARAL... Şimdi onunla tanıştığım ilk yıllar geliyor gözümün önüne... Hâlâ gözümün önündedir o ilk kare... 1978 yılının Mart ayında geçtim onun ilk kez karşısına... Bir gece yarısı tir tir titreyerek... 1978, 1979, 1980 yıllarında amatör bir çizer-yazar olarak arşınladım Gırgır kapısını... 1981 yılının Haziran ayına dek sürdü bu ilk dönem arşınlaması... 1981 yılının Haziran ayında profesyonel mizahçı olarak ilk kez Ses-Atmaca mizah ekinde çalışmaya başlamıştım zira... Sonra 1986 yılında Güldürü Üretim Merkezinin kapanmasının ardından yeniden ama bu kez profesyonelce Gırgır kapısındaydım. 1986,1987, 1988 yılları...1988 yılının yazıydı, Gırgır bana artık keyif vermemeye başlamıştı işin gerçeği. Kendi kendime sessizce ayrıldım ustanın yanından ve Fransa maceram başladı ardından. Zaten onun da 1989 yılı yaz aylarında sona erdi zorla da olsa Gırgır macerası... Ardından çıkardığı Avni hiçbir zaman aynı tadı vermedi, ne ona, ne okura... Oğuz usta ile son yıllarında yeniden yakınlaştık. Evine gittim kaç kez, saatlerce sohbet ettik, zorla da olsa röportaj yaptık. 




OĞUZ ARAL... Sonra 2002 yılında onu binbir güçlükle ikna etmeyi başarıp, halk karşısında son söyleşisini gerçekleştirdik Taksim'de birlikte... Ardından o dönem genel sekreterliğini yaptığım Karikatürcüler Derneği'ne anlamlı bir ödül önerisinde bulundum. Karikatürü halkla buluşturan ilk çizer olan Cemal Nadir'in 100. doğum yılıydı 2002 ve biz bir yıl boyunca Cemal Nadir ustamızı anmıştık. Öneride bulundum ama gene hiçte kolay olmadı bunun sonuçlanması. Ama taş koyanlara inat Oğuz Aral ustamıza hayatının tek onur ödül olan "Cemal Nadir Onur Ödülü"nü verdik, unutulmaz bir gecede, gözyaşları arasında. Öylesine mütevazıydı ki, ödülü bile yitirdiği çizer arkadaşları adına kabul edebileceğini söyleyip, onların tek tek ismini sayarak almıştı o gece... 

OĞUZ ARAL... An geldi yıllar içerisinde ondan koptuk, hatta rakip yerlerde çalıştık ama o bize inandı, biz onu sevdik. Bizimkisi bir baba-oğul sevgisinden de öteydi. Onun ardından hem Gırgır'ı, hem de onu anlatan özel sunumlar hazırladım. Son bir kaç yıldır belgesel niteliğindeki bu görsel sunumları fırsat bulduğum yerlerde gerçekleştiriyorum. İki ayrı sunumu;"Mizahımızın Alayköşkü: Gırgır ve Oğuz Aral" adı altında birleştirdim. Bugüne kadar bir kaç yerde bu sunum yapıldı. Keşke daha fazla arzu eden çıksa ama bu anlamda da çok geri düştü Türkiye, özellikle de sivil toplum örgütleri ve belediyeler... Sahi bu arada yakın geçmişte hiç beklenmedik şeyler de oldu. Örneğin; Oğuz Aral ustamız Antalya'da, Antalya Büyükşehir Belediyesinin etkinliğinde 2010 ve 2011 yıllarında iki kez, ölüm yıldönümü gecesinde, ciddi kalabalıklar karşısında anıldı. Onu Adana'daki "Çiçeği Burnunda Karikatürcüler Buluşması"nda andık gene ardından... 

OĞUZ ARAL... Bundan 4 yıl önceydi... Ölümünün 10. yılı öncesinde de, aylar öncesinden çağrılar yapmıştım, Mizahhaber aracılığıyla... Özellikle de belediyelere, sivil toplum örgütlerine... Hem onu, hem de başka mizah ustalarını özel emek verilmiş sunumlarla anmak için ama kimseciklerden tek bir ses çıkmadı... Şu ara kafasını gene beyhude bir seçimin batağına gömmüş durumda herkes ne de olsa... Böylesi bir usta, 10. ölüm yıldönümünde de gene es geçilecek elbet. İnsan kıymeti bilmez bu nankör coğrafyaya yakışan budur ne de olsa... Koca Oğuz Aral kimin umurunda, onun el verdiği, ikinci baba saydığı bizim gibi çizerlerden başka... 

OĞUZ ARAL... Ustamızın ömrünü geçirdiği o şehr-i İstanbul, ustanın ardından 10 yıl geçmesine rağmen ölüm yıldönümlerinde onu hakkıyla anabildi mi?... Ne yazık ki, buna da "hayır" demek durumundayım... Şunu da eklemek isterim üzülerek; 2013 yılında onun için, ilk kez 8 Nisan'da İstanbul'da, Akatlar Kültür Merkezinde düzenlenen "Ustalara Saygı"kapsamındaki anma gecesinde ne yazık ki salonun yarısı bile dolu değildi, salonun fotoğrafını görüyorsunuz işte!.. Daha da acısı onun yetiştirdiği çok az karikatürcü vardı o anlamlı gecede. Gece uzayan konuşmalarla o az sayıdaki izleyiciyi de giderek kaybetti... Bugün 14. ölüm yıldönümü, ustayı gene bir kaç hakikatli öğrencisi anımsayacak belki, hepsi o kadar... Ama Oğuz abi yaşıyor olsa o geceyi de, bugün çıkmayan anma yazılarını da pek önemsemezdi. Böyle dertleri pek yoktu Oğuz abinin. Kırıldığını bile belli etmekten özenle kaçındı özellikle ömrünün son yıllarında. O yapacağını fazlasıyla yapıp bir köşeye çekildi erkenden. İnsana ders verecek bir olgunlukla noktaladı ömrünü. Dediğim gibi onun gidişi farklıdır. Bedenen yanımızda olmayabilir ama biz soluk aldıkça ruhen her an yanımızda. 

OĞUZ ARAL... Bugün bambaşka işlerle uğraşıp, madden çok daha iyi koşullarda bir ömre sahip olabilirdim ama Oğuz Aral gibi bir daha pek benzerinin gelmeyeceği uzun yıllardır açıkça gözüken bir usta, beni ve pek çok genç adamı sokaktan aldı ve mizahın o benzersiz dünyasının içine kattı. Bugün eğer kafayı yemiş, manyak ötesi bir noktaya ulaşmış, ruha ve kalbe zarar bu ülkede hâlâ soluk alabiliyor, hâlâ az buçuk direnebiliyorsak, Oğuz abinin bizi ittiği mizahın, karikatürün o benzersiz dünyası sayesindedir... 

OĞUZ ARAL... Koca gibi gözüken ama zalim bir iktidar sayesinde koflaşan 14 yıl aktı, geçti... Oğuz abimize olan özlemimiz kar topu gibi büyüdü... 

Çünkü böylesine bir "baba" adamı bulmak mümkün değil artık bu bok çukurunun içinde debelenen, insan malzemesi aşağılık hale gelmiş coğrafyada...

İçimizde ondan kalan taraması bol enerjiyi artık çok tutumlu kullanarak direnmeye devam ediyoruz... Nereye kadar?.. Temmuz hüzün ayımdır benim... Çeyrek asırdır bu böyle...Başlarken ağır yangınla başlar, değerler yanar, biterken de bir baba ustayı alıp götürür aramızdan... İçimizi kavuran, bu çölleşmiş coğrafyada Temmuz'da zaman çok zor geçer uzun yıllardır... Yıllar geçer... Biz ustamızı daha çok özler oluruz... Sorarım bir kez daha: "Böylesi bir insan nasıl özlenmez?.."


Cihan Demirci- MİZAHHABER  (26 Temmuz 2018)



1978 yılından, Gırgır'a ilk kez gittiğim o yıldan kalma bir özel fotoğrafla noktayı koyalım... Kirli çıkı abimiz İbrahim Tapa'nın arşivinden olan bu fotoğrafı, hemen karşısındaki masada çalışan İlban Ertem usta çekmiş... BÜYÜK USTAYI, 14. ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE SEVGİ VE DERİN BİR ÖZLEMLE ANIYORUZ... (MİZAHHABER)