Bir öncü mizah dehasını, bir komple mizah ustasını bundan tam 34 yıl önce 14 Nisan 1981’de yitirmiştik. Henüz 55 yaşında ve en üretken çağındayken ani bir kalp kriziyle aramızdan ayrılan ve sonrasında adı unutulup, karambole giden bu özgün kalem benim bu mesleğe adım attığım yıllarda “ustam” olarak bellediğim sevgili Suavi Süalp’ti... Profesyonel anlamda mizah yazarlığını, 1981 yılının Haziran ayında onun son olarak çalıştığı Ses dergisindeki masasında başlamış olmamın bana yüklediği yoğun duygular aradan geçen 34 yıla rağmen hiç azalmadı tam tersine arttı.
Gerek mizah yazıları, gerek mizah öyküleri, gerek kendi yazıp kendi çizdiği çizgi romanları, mizahımıza soktuğu “Seçme Saçma Sözler”iyle ve tüm bunların üzerine kendine özgü ‘Absürd’ bir mizahın yaratıcısı olarak, benzersiz bir kalemdi; Suavi Süalp... Ancak, Aziz Nesin usta; “Mizah ciddi bir iştir” diyerek mizahı ne denli ciddiye aldıysa, Suavi Süalp de tam tersine ne kendi yaptıklarını, ne de hayatı çok fazla ciddiye almadı sanki, mizaha kattıklarının farkında bile olmadan, naif bir mizah kahramanı gibi, müthiş renkli ve hızlı bir hayat yaşayıp, aynı hızla ayrıldı aramızdan... Suavi Süalp, benim için, bir başucu öyküsü olan, unutulmaz öyküsü “Gene İyi Dayandık” ta yazarlığı boyunca her kesimden yediği kazıkları, kendine özgü bir dille anlatır ve hayatının kısa bir özeti olan o öykü şu şekilde biter: “…Ben gene yazacaktım…Çalacaklar , gene yazacaktım…Yaşamak için değil , yazmayı sevdiğim için yazacaktım…”
Yediği tüm kazıklara rağmen ‘yaşamak’ için değil, ‘yazmayı sevdiği’ için yazmış pek çok Türk yazarının da sesi olmuştur aslında onun bu sözleri...
Yediği tüm kazıklara rağmen ‘yaşamak’ için değil, ‘yazmayı sevdiği’ için yazmış pek çok Türk yazarının da sesi olmuştur aslında onun bu sözleri...
‘Absürd’ mizahın öncüsüydü
Mizahımıza kattığı onca yeniliğe rağmen ölümünün ardından hızla unutulan bu ilginç yazarı, epeyce çileli ve 10 yılımı alan uzun bir çalışmadan sonra biraz olsun gün ışığına çıkarmak için 1999’da “Bir Mizah Dehası Suavi Süalp” adlı biyografik inceleme kitabımı yayınlamıştım. Bu kitap sayesinde adı unutulmuş bu mizah dehasını en azından “mizahla ilişkili” insanlara anımsatmak istemiştim. Ne yazık ki baskısı tükenmiş, pek çok kütüphaneye girmiş bu kitabın uzun yıllardır baskısı bulunmuyor... Sol köşede gördüğünüz güzelim Suavi Süalp portresi gene yitirdiğimiz bir portre ustasına Atila Solaker'e ait...
Mizahımıza kattığı onca yeniliğe rağmen ölümünün ardından hızla unutulan bu ilginç yazarı, epeyce çileli ve 10 yılımı alan uzun bir çalışmadan sonra biraz olsun gün ışığına çıkarmak için 1999’da “Bir Mizah Dehası Suavi Süalp” adlı biyografik inceleme kitabımı yayınlamıştım. Bu kitap sayesinde adı unutulmuş bu mizah dehasını en azından “mizahla ilişkili” insanlara anımsatmak istemiştim. Ne yazık ki baskısı tükenmiş, pek çok kütüphaneye girmiş bu kitabın uzun yıllardır baskısı bulunmuyor... Sol köşede gördüğünüz güzelim Suavi Süalp portresi gene yitirdiğimiz bir portre ustasına Atila Solaker'e ait...
Gene erken yaşta yitirdiğimiz bir başka büyük mizah ustası Sulhi Dölek “Çağımızın Nasreddin Hocasıydı” dediği Suavi Süalp için bakın ölümü ardından neler söylemişti onun için hazırladığım bu kitapta: “Gülmece konusunda yaptığım bir çalışmaya şu sözlerini almıştım onun: ‘İlle de toplumsal bir yara arayıp onun üstüne gitmeye gerek yok. Gülünç öğe varsa, eleştiri de onun içindedir, toplumsal sorun da...’ Hiç bir zaman büyük mizahçı , vatan kurtaran aslan havalarına bürünmedi. Ama kendine özgü şaşırtıcı gülmecesiyle yeni bir şey başlatmıştı mizahımızda. Saçmanın mantığını en iyi işleyenlerdendi. Geçim motorunu döndürmeye çalışmaktan, yapmak istediklerinin çoğunu gerçekleştirememişti. Gerçek bir mizah emekçisiydi. Daha önemlisi, güleryüzlü, sıcak, içten, güzel bir insandı…”
Oğuz Aral, Gırgır’ı 1972’de çıkardığında ortalığı kasıp kavuran “tek kişilik” bir mizah dergisi vardı. Bir kişinin tek başına yazıp-çizdiği absürd çizgi romanlardan oluşan bu 16 sayfalık derginin adı: “Salata”, derginin yazarı-çizeri de; Suavi Süalp’ti... Oğuz Aral, bir süre sonra en büyük rakibi olan “Salata”yı, bu derginin tek elemanı olan Suavi Süalp’i transfer ederek çökertmişti.
Geride pek çok tiyatro oyunu, film senaryosu bırakan, sevenlerinin tanımlamasıyla; ‘Suavi Baba', ta 1954’lerde Tef mizah dergisinde yazmaya başladığı yazılarla ‘Absürd’ mizahı ülkemizde uygulayan ilk mizah yazarı olmuştu. Bugün ‘absürd’ mizah yaptığını zanneden bilumum ‘stand-up’çılara onun yazdıklarını ders olarak okutmak gerek. Bundan 50 küsur yıl önce mizah yazınımızda bir çığır açarak, mizah öykülerini, mizah yazısı formuna sokmuş, öykü tadı veren mizah yazılarını daha da kısaltarak ‘Seçme Saçma Sözler’ kıvamına kadar indirmişti. Doğaçlama bir yazardı ve o yüzden daktilosunu hep yanında taşırdı. Hiç kalem kullanmaz, aklına gelenleri hemen direkt olarak daktiloya yazardı. Bu yüzden arkadaşlarıyla meyhaneye gittiğinde bile, daktilosu hemen yanında durur, aklına bir şey geldi mi, daktiloyu kucağına alıp başlardı daktilosunu tıkırdatmaya...
Çocuk yaşta yazı ve çizgileriyle tanıştığım, mizahı sevmemde ve mizahçı olmamda farkında olmadan büyük katkıları olan bu özgün ve benzersiz mizah dehasını, gerçek sanatçılarına değer vermeyen bu ülke pek anımsamasa da, ölümünün 34. yılında onu bir kez daha sevgi ve özlemle anıyorum...
CİHAN DEMİRCİ
Çocuk yaşta yazı ve çizgileriyle tanıştığım, mizahı sevmemde ve mizahçı olmamda farkında olmadan büyük katkıları olan bu özgün ve benzersiz mizah dehasını, gerçek sanatçılarına değer vermeyen bu ülke pek anımsamasa da, ölümünün 34. yılında onu bir kez daha sevgi ve özlemle anıyorum...
CİHAN DEMİRCİ