1 Aralık 2011 Perşembe

METİN AKBULUT YAZIYOR

DEMOKRASİ VAR…


Eee… Artık demokrasi varmış, herkes istediği şeyi söyleyebiliyormuş, özgürmüş, herkesin dili papuç gibiymiş… Artık kimse kendini kasmıyormuş… Öyle entel müzikler dinlemek, entel film seyretmek, kitap okumak eskidenmiş, zaten insanlar eskiden zorla entel ayaklarına yatmışlarmış, şimdi çok rahatmışlar…
 Kimsenin dünyadan haberi yokmuş… Rusya’yı Afrika’da, Reagan’ı da hala Amerika başkanı zannediyorlarmış, öyle zannetmesi, onun en demokratik hakkıymış, Rusya’yı Afrika’ya yerleştirmek, Reagan’ı diriltmek “demokrasiyle” oluyormuş…


Bir kitabın, CD-DVD’nin, tekstilden tutun teknolojiye kadar her şeyin taklidi, başka bir deyişle çakması mevcut… İsteyen parasıyla satın alır, isteyen korsanını, taklidini alıp, kullanırmış, bu da demokrasi sayesinde oluyormuş. Biz bu demokrasiye çoktan girmişiz. Gecekondu yapıp, sonra müteahhide verip, bir sürü lüks daire almışız. İsteyen gecekondudan, isteyen parasıyla ev sahibi olabiliyor. İsteyen çalışarak, isteyen şifreyle üniversiteye girebiliyormuş bu demokratik ülkede… Kimisi, pirinç, kömür, bulgur, çamaşır makinesi almadan, oy kullanmayacak kadar kapitalist demokrat, kimisi hiç bir şey almadan oy kullanacak kadar idealist demokratmış. Askerlik bile, bedelli ve bedelsiz diye ikiye ayrılıyormuş. Parası olmayan bir kuruş para vermeden, ekmek elden su gölden onbeş ay askerlik yapabiliyormuş… Bütün Avrupa bizden öğrenmiş, daha da öğrenecekmiş demokrasiyi…


Gazeteler bile paralı veya beleş diye demokratik olarak ikiye ayrılıyormuş. İsteyen parayla isteyen parasız gazete okuyabiliyormuş. Nasıl özel üniversitelerde burslu bölümler varsa, bu da aynı böyleymiş…


İsteyen, oyuncu olup, film, dizi çevirir; isteyen, habersiz, gizli görüntülerinden dolayı şantaj yapılan mağduru seyreder. Demokrasinin vazgeçilmezi, doğal ya da gizli çekilen görüntülerdir. Demokrasi gereği, kimi üç yıl boyunca suçunu tam olarak bilmeden, hapisteki tüm ihtiyaçları, harcamaları karşılanarak, kimi deniz feneri aydınlığında, bedelli, özgür olarak suçunu çekermiş.


Demokraside sınır tanımıyormuşuz. Onüç yaşındaki bir kız, yirmialtı erkeğe, tecavüz edebiliyor ve hiç ceza almadan, mutlu bir şekilde yaşıyormuş. Mağdur erkeklerin şikayetçi olmaması demokrasimizin zaferiymiş…


O kadar demokratmışız ki, komşularımıza bile karışır duruma gelmişiz. Komşularımız iç meselemiz olmuşmuş…


Demokrasi var… Neden iç karartıcı renkler giymek zorundaymışım? Giymiyorum, rengarenk, çinili, üzerinde kuş resimli apartmanda oturup, kırmızı türban, yeşil palto, pembe pantolon giyip yaşamak istiyorum, doğrusunu sadece ben bilirim, kimse bilemez… En büyük benim! Çoğunluk benim! Ben ne istersem, sen de onu yapacaksın! Yapmazsan da, bana saygı göstermek zorundasın. Ben ve çoğunluğum yere tükürüyorsa, ya sen de tüküreceksin, ya da benim hayvani çoğunluğuma saygı göstereceksin…


Evet en büyük sensin, sen kazandın… Yarışmacı olup, televizyonda istediğin saçma espriyi, şarkıyı, yüzün kızarmadan söyleyebilirsin. Herkesten olumlu tepkiler alacaksın, salaklığın avamlığın, çıkarcılığın, görgüsüzlüğün, kabalığın “doğallık, içi dışı bir, ne kadar da samimi” olarak sana geri dönecektir. Televizyon programları, siyaset, yaşam tarzımız senin elinde, gerektiğinde kömüre pirince satarım diyerek posta koyacaksın.


Sana birisi siyasetle ilgili bi şey söylediğinde “Aman öyle konuşmayın, yerin kulağı var, borsa çöker” diyeceksin! Senin de demokrasiyi korumaktaki görevin bu...


METİN AKBULUT