6 Şubat 2011 Pazar

Sizlere MİZAHHABER'de; Zülfü Livaneli'nin 6 Şubat 2011 tarihli Vatan gazetesinde yayımlanan köşe yazısını sunuyor ve bu yazının altında da Cihan Demirci'nin bir anımsatmaya dair dipnotunu iletiyoruz...

MİZAHIN SUSTUĞU
YERDE ŞİDDET BAŞLAR

Geçenlerde gözüme ilişti: Başarılı komedyen Ata Demirer, ‘Politik mizah için ortam çok sert’ demiş. Bu doğru tespit için bir yazı yazmaya hazırlanıyordum ki Müjdat Gezen meselesi patladı.

Sevgili dostum Müjdat, Aziz Nesin’in ünlü sözünü hatırlatarak ‘Bu halkın yüzde 60’ı aptaldır’ demiş ve kıyamet kopmuş.

Aslında bu kıyamete en güzel cevabı da kendisi vermiş.
Bir gazetecinin “Komik duruma düşüyorsunuz” demesi üzerine şu harika cevabı patlatmış: “Yahu ben 51 yıldır komiğim. Yeni mi fark ettin!”
Cevaptaki zekâya ve inceliğe dikkat çekerim.

***
İnsanlar hangi fikri savunursa savunsun, zekâyla harmanlanmış bir mizahla yapmalı tartışmalarını.

Şu örneklere bakın:
Başbakan Churchill’le büyük yazar Bernard Shaw’ın arası iyi değil.

Londra’da Shaw’ın yeni bir oyunu başlayacak. Churchill’e şöyle bir davetiye gönderiyor: “Lütfen yarın oyunumun açılışına buyurun. Bir arkadaşınızı da alıp gelin. Şayet varsa!”

Başbakan bu davetiyeyi alınca ne yapıyor dersiniz? “Bre namert, soysuz! Sen benim muhatabım değilsin” diye köpürerek havalara mı sıçrıyor?

Hayır. Şöyle bir cevap veriyor: “Tebrik ederim üstat. Maalesef yarın akşam doluyum ama oyunun ikinci akşamına gelebilirim. Şayet devam ederse!”
İşte size iki çaplı adam örneği.

***
Ata Demirer’in sözleri ve arkasından gelen Müjdat Gezen olayı bana beş beş yıl önce öğrendiğim katı bir gerçeği hatırlattı.

İsviçreli bir gazeteci evime gelmiş, benimle söyleşi yapıyordu. Ona Türkiye’deki kutuplaşmayı anlatıyordum. (15 yıldır yazdığımız bu konuyu yeni öğrenip “3 Türkiye” diye heyecanla manşetlere çekenleri, yorum yapanları görünce acı acı gülmekten başka bir şey gelmiyor insanın elinden doğrusu.)

İsviçreli gazeteci bana bir ara “Türkiye’de politik mizah yapılıyor mu?” diye sordu.

“Evet” dedim, “Yapılıyor.”

“O zaman iyi” dedi ve tezini anlattı.

Meğer bu gazeteci çeşitli ülkeleri incelemiş ve politik mizah konusunda bir kitap yazmış. Gözlemlere dayanan tezi şu: “Bir ülkede politik mizah tehdit altına giriyor ve yapılamıyorsa, o ülkede işler kötü demektir. Çünkü ancak kutuplaşmanın ve ayrışmanın son kerteye geldiği, birbirinden ölesiye nefret eden grupların bulunduğu ülkelerde politik mizah olmaz. Mesela İsrail-Filistin kavgasında mizahın yeri yoktur.”

Bu sözleri uzun uzun düşünmüş ve üzerine bir yazı yazmıştım. Biz oldum olası politik mizaha alışık bir toplumuz. Şair Eşref’in hicviyeleri, Neyzen Tevfik’in biberli dizeleri, politik fıkralar ‘Etnan bey duymasın’ gibi siyasi oyunlar, Devekuşu Kabare’nin siyasal skeçleri, Evren fıkraları, Sunay fıkraları, Akbulut fıkraları, karikatürler hayatımızda her zaman oldu.

Demek ki ilk kez siyasal mizaha bu kadar öfke duyulan bir sertlik dönemine giriyoruz.

Bu tarz mizahın, toplumlarda biriken negatif enerjiyi boşalttığını, ortalığı rahatlattığını, bazen kişinin kendisine bile gülmesini sağladığını bilmeyen mi var!
Ama biz bundan gitgide uzaklaşıyor, nefretin, kutuplaşmanın pençesine düşüyoruz.

Türkiye belki de tarihinde ilk kez politik mizaha karşı bu kadar tahammülsüz.

Umarım İsviçreli gazeteci tezlerinde haklı değildir. Yoksa önümüz karanlık.

‘Üç kutuplu Türkiye’ hızla duvara doğru gidiyor.

Hepimizin altında kalacağı bir duvara doğru!

ZÜLFÜ LİVANELİ (6/2/2011-Vatan Gazetesi)


CİHAN DEMİRCİ'DEN
BİR ANIMSATMA
DİPNOTU:
Zülfü Livaneli'nin yukarda okuduğunuz yazısında bahsettiği bu konuda daha önce yazdığı yazı 17 Mayıs 2007 tarihli Vatan gazetesinde "Politik fıkra dönemi sona mı erdi?" başlığıyla yayımlanmıştı... Okumak isteyenler için bu yazının link adresi şudur: http://haber.gazetevatan.com/Haber/120043/1/Gundem

17 Mayıs 2007 tarihli bu yazıyı okuyunca kendisine hemen bir mail yollamıştım. Çünkü tam da o yazının yayımlandığı günlerde bu ülkede Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la ilgili özgün fıkraların yer aldığı "ilk kitabı" yayımlamıştım. "RTE GARANTİLİ FIKRALAR" adını taşıyan bu kitabın yayımlanması hiçte kolay olmamıştı. Pek çok yayınevi basmaya korkmuştu. Kitap binbir güçlükle yayımlanabilmişti. Ancak çıkmaz ortadan da yok olmuştu. Daha önce de pek çok kez yazdım ve ne acı ki bu konuda çok çaba sarfetmeme rağmen "YALNIZ BIRAKILDIM" ve medyadan bir-iki kalemin dışında zerre kadar destek göremedim ama kitabı basan yayınevinin belli ki gözü korktu ve bu talihsiz kitabın ikinci basımı da piyasaya verilmedi. Kitap böylece yok edildi. Yolladığım mail sayesinde bu kitabın varlığını fark eden Zülfü Livaneli bu kez 22 Mayıs 2007 tarihinde "Meğer Politik Fıkralar Bitmemiş" başlığı altında bir yazı daha kaleme aldı... Bu yazının linki de şudur: http://haber.gazetevatan.com/0/120342/4/Yazarlar/5


O yazıda da Zülfü Livaneli şöyle bir açıklama yapıyordu: "Geçen gün İsviçreli bir gazeteciyle konuşmamı aktarmış ve politik fıkralar bitti galiba demiştim. Ama şimdi anlıyorum ki bitmemiş. Bir kere Cihan Demirci dostumuz “RTE Garantili Fıkralar” adlı bir kitap yayınlamış. Bazı okurlardan da yağmur gibi yeni dönem fıkraları yağdı.Dolayısıyla ben yanılmışım.İyi ki de öyle. Çünkü bu durum, Pierre Heumann’ın politik fıkralar bittiyse işler ciddileşmiştir tezindeki aşamaya gelmediğimizi gösteriyor.İlgi gösteren dostlara ve güzel kitabı için Cihan Demirci’ye teşekkür ederim."

Bu yazının üzerinden 4 yıla yakın bir süre geçti. Zülfü Livaneli bu konuda yukarda okuduğunuz yazıyı kaleme aldı... 2007'den bu yana geçen süre içinde siyasi mizaha karşı tahammülsüzlük daha da doruğa çıktı, zirve yaptı. Amatörlük de dahil, 1978'den beri 33 yıldır yazar ve çizer olarak mizahçılık yaptığım bu ülkede 9 yıldır süren AKP iktidarı dönemindeki kadar büyük bir baskı dönemi hiç görmedim ve yaşamadım. 12 Eylül günlerinde bile çok daha özgür mizah yaptık biz. 12 Eylül darbesinin sadece 4 ay sonrasında 12 Eylül'ün yarattığı sahte Atattürkçüleri eleştiren meslek hayatımın ilk karikatür sergisini açarken bile böyle zorluklar yaşamamıştık. Yıllarca dergilerde, gazetelerde, eklerde yazdım-çizdim, 38 tane kitap yayımladım AKP dönemindeki kadar karanlık ve faşizan bir süreç yaşamadım...
Mizahın muhalif bir sanat olmaktan çıkarılmaya, siyasi mizahın tamamen yok edilmeye çalışıldığı bu korkunç dönemde Zülfü Livaneli'nin "3 kutuplu Türkiye, hepimizin altında kalacağı bir duvara doğru gidiyor" tanımlaması da bence geç yazılmış bir tanımlamadır. Zira uzun zamandır o duvarın altındayız aslında ama asıl büyük depremin Haziran seçimleri sonucunda değişmeyecek bir tablodan sonra yaşanacağı çok açık. Mısır'ın, Tunus'un ve diğer sayısız Arap ülkelerinin bile öyle ya da böyle bir "umut" yaşadığı şu günlerde her alanda muhalefetsiz bıraktırılmış Türkiye bu coğrafyanın en berbat haldeki, en halksız, en aydınsız kısacası en zavallı ülkesidir ve önümüzde bu durumun değişeceğine dair ne yazık ki henüz zerre kadar bir umut görülmemektedir... (C.D.)