21 Mayıs 2008 Çarşamba

Karikatürcü ve yazar Behiç Ak, 3 Mayıs gecesi yitirdiğimiz Eflatun Nuri için Evrensel gazetesinde bir yazı kaleme aldı. MİZAHHABER olarak sizlere bu yazıyı iletiyoruz...

Eflatun
Nuri’nin
düşündürdükleri

Eflatun’un mizah dolu evreni, yetenek, başarı, zenginlik değil yoksulluk ve beceriksizlik karışımından oluşurdu...

Fakirliğin romantizmi vardı onun çizgilerinde. Yönetmen Vittorio De Sica'nın filmlerinde fakirliği sevdirmesi gibi bir şeyler vardı. “Milano Mucizesi” filminde açlık sınırında yaşayan aile ile ilgili şu detayı unutmak mümkün mü?.. Ateşteki süt dökülür, yaşlı kadın ve çocuk yerde yayılan sütü nehir varsayıp, neşeyle oyun oynamaya başlarlar. Sanki karınlarını doyuracakları anı değil de oynayacakları anı bekliyorlarmış gibidirler.

Fakirliğin, yoksunluğun sevgisi ve romantizmi, bir dönemin nadide çizerlerinde; Zeki Beyner, Cafer Zorlu ve Eflatun Nuri gibi çizerlerde vardır. Onlar bu duygusal mizahın samimiyetini kendi hayatlarının birebir uzantısı olan çizgilerinde yaşatırlar.

Samimi olmayan hiçbir şey yoktur ne hayatlarında, ne de çizgilerinde. Fakirliği benimserler, benimsetirler, ama onun içinde her anı şaka konusu yapmaktan çekinmeden...

Eflatun, en zayıf, en yoksunlukla dolu yönlerini mizahın tepsisi içinde sergilemekten zevk alır. Zayıflıklarıyla gurur duyar. Onu Eflatun yapan onlardır. Çizgisinin mizah ve duyguyu birleştiren karışımı onu güçlü kılacaktır nasılsa.

Bu tavır, başarı peşinde koşan, nispetçi insanların savunma mekanizmasını çökertir. En aşağı tabakadan bakarak ince ince dalga geçmenin keyfiyle doludur hep. Burnu büyük, cebi dolu, başarı düşkünü tepeden bakanların Aşil topuğuna ok atıp durur.

Eflatun Nuri için 19 Ekim 2006 gecesi, Beyoğlu'nda Akşam Sefası adlı restoranda yapılan yaş günü gecesinden bir fotoğraf... (Semih Poroy Arşivinden...)


Eflatun’un mizah dolu evreni, yetenekle, beceri ve başarının ve zenginliğin değil yetenekle, yoksulluğun ve beceriksizliğin karışımından oluşur.

Gerçek mizahçılar hep böyledir. İngiltere’ye gider aç kalır. Bir tas çiğ pirinç yer. Sonra üzerine ağzını musluğa dayayıp su içer. Suyla karışan pirinçler, midesinde büyümeye başlar, büyür büyür büyür... Kahkahalarla anlatır bu hikayeyi Eflatun. Bir dürbünü ikiye kırarak arkadaşıyla paylaşır. Tekli dürbününü yanından hiç eksik etmez.

Onun hikayelerine, çizgilerine ya da kendisine takılan hiç kimse güç kazanamaz. Güç kaybeder. Oturacağı sandalyeyi kimin alıp nereye koyduğunu bir türlü bulamaz. Eflatun almıştır onu. Şaşkın, haylaz, romantik ve yetenekli çizer, kendi çizgilerinin bile tarif edemeyeceği komikliklerle dolu bir anı bulutuyla yolculuk eder. Hikaye anlatmakla yetinmeyen bir hikayecidir o. Bir hikaye kahramanıdır. kendi yazdığı hikayelerin kahramanı. Ne yazık ki hikaye kahramanları çok azaldı dünyamızda. Hikaye de o yüzden azaldı galiba. İnsanların hayatı giderek hikayesizleşiyor. Hikaye yaşayanlar da onları anlatmakta isteksizler.

Eflatun da gitti. Sonraki kuşaklar, tuhaf bir kararsızlıkla bakacaklar çizgilerine. Tabii ki özlemle de...

BEHİÇ AK (BİA)

(Evrensel Gazetesi / 21 Mayıs 2008)



YAŞAR FIRAT'IN ÇİZGİLERİYLE
EFLATUN NURİ ERKOÇ...