30 Nisan 2008 Çarşamba

Onu 1 Mayıs 1988'de yitirmiştik...

ALTAN ERBULAK
USTAMIZI
ÖLÜMÜNÜN
20. YILINDA
SEVGİ VE
ÖZLEMLE
ANIYORUZ...

Türk Mizahının, medyasının tiyatrosunun, sinemasının çok yönlü ustası Altan Erbulak bundan tam 20 yıl önce, henüz 59 yaşındayken aramızdan ayrılmıştı... Onu, zamanında çırağı olmuş Cihan Demirci'nin yazısıyla ANIYORUZ...


Ölümünün ertesi gün, 2 Mayıs 1988 tarihli Milliyet gazetesinden küpürler... (Erdoğan Başol Arşivinden...)

Bir sıcak kahkaha:

Altan Erbulak

Uzun yıllardır, ne zaman Mayıs ayı gelse, aklıma hemen yakından tanıdığım bir büyük mizah ustası, bir büyük komedyen düşer, dalar giderim anılara... Sevgili Altan Erbulak ustadır aklıma düşen... 1 Mayıs 1988’de, bundan tam 20 yıl önce, çok erken bir yaşta, henüz 59’undayken yitirdiğimiz o küçük dev adam!.. 1 Mayıs’ta aramızdan ayrıldığı için biraz daha fazla karambole gidiyor sanki sevgili Altan ağabey.. Ne de olsa 1 MAYIS bu ülkede, devleti elinde tutanlar için korkulacak bir gün… Öylesine korkulan bir gün ki, o gün hayat bile karambole gidiyor. Her yıl yeni bir 1 Mayıs rezaleti yaşıyoruz bu ülkede… Geçen yılda böyle olmuştu. Şehirde hayat tümüyle duruyor 1 Mayıs'larda… Faşist diktatörlüklerde yaşanan görüntüler fazlasıyla yaşanıyor… Özellikle İstanbul 1 Mayıs'larda büyük bir hapishaneye dönüyor… İnsanlar evlerine kapanıyor. İşte Altan ağabey de böylesi bir günde gitmişti bundan tam 20 yıl önce… Ama o 1 Mayıs karambolüne gidecek bir insan değildir...Sevgili Altan ağabeyle 70’li yılların sonlarında tanışmış, 1985-86 yıllarında da birlikte çalışmıştım. Onunla birlikte çalışmak büyük bir zevkti benim için. Altan abi benim bu ülkede tanıdığım bileği en güçlü çizerlerdendi… Öyle eskiz filan yapmaz, kurşunkalemle falan uğraşmazdı, eline aldığı rapido kalemiyle anında yerleştirirdi bir karikatürü kağıda, müthiş bir desen ustasıydı aynı zamanda…Altan Erbulak aslında bu ülke için oldukça ‘erken’ gelmiş ve oldukça ‘lüks’ bir insandı. Bunu o zamanda fark etmiştim ama şimdilerde daha da iyi anlıyorum. Bağrından tembellik fışkıran, insanlarının çoğunun haybeye oksijen tükettiği bir ülkede sevgili Altan ağabey ‘meslek fazlasına’ sahip müthiş enerjik, müthiş çalışkan, yerinde duramaz bir insandı…


Milliyet TEF mizah sayfasından bir karikatürü (1985)



Sayısız mesleğin ustasıydı

Kimseler pek bilmez ama, ülkemizin BBC’den diplomalı ilk kameramanı o’dur örneğin. Mesleklerini bu yazıya sığdırmak çok zor ama öncelikle bir karikatür ustasıydı ve her yerde altını çize çize; “Benim ilk işim karikatüristlik” derdi… Müthiş derecede sahne sıcaklığı olan, özgün bir tiyatro oyuncusuydu… O sıcaklığı perdeye taşıyan bir film oyuncusuydu… Usta bir komedyendi… İyi bir yönetmendi… Renkli bir şovmendi… Harika bir sunucuydu… Mizah duygusu doruklarda gezen bir gazeteciydi… Sıkı bir mizah yazarıydı… Sağlam bir senaristti… Diplomalı bir kameramandı… Kimse bilgisayar nedir bilmezken o bilgisayar uzmanıydı… Tam bir hiperaktif enerji küpüydü… Ama hepsinden öte o bir ‘İnsanlık uzmanıydı’ işin gerçeği… Bu saydığım işleri öylesine yapanlardan da değildi üstelik, hepsini hakkıyla yapardı ama ortalıkta “Ben her şeyi bilirim” havasıyla da dolaşmazdı asla… Şimdi onun nasıl "kabadayı" olduğunun hikâyesine geçelim.



FIRT dergisinden bir karikatürü (1978)


Altan ağabey nasıl 'kabadayı' oldu!

Altan abiyi yıllar önce "Fehimpaşa Konağı" adlı tiyatro oyununda izlemiştim. Bana anlattığı o hoş anısı da bu oyunla ilgili. Altan abi, bu oyunda bir "kabadayı" rolü üstlenmişti. Altan Erbulak, müthiş gözlemci bir insan. Kabadayı rolünün hakkını da en iyi şekilde verebilmek için tutmuş kabadayıların o zamanki semti Karagümrük'e gitmiş. Semtin en ünlü kabadayılarından birinin sürekli takıldığı kahveyi kendine mesken edinmiş. Altan abinin bu oyunun bir sahnesinde narasını patlatıp sustalısını çekmesi gerekiyor. Amacı da sustalının nasıl çekildiğini bizzat bu işin erbabından öğrenmek. Uzun gözlemlerden sonra cesaretini toplayıp namlı kabadayının masasına çökmüş ve durumu anlatıp: "Sustalıyı nasıl kullanmalıyım" diye sormuş. Kabadayı belinden çıkardığı sustalısıyla hemen derse başlamış. "Bak şimdi abicim" demiş; "Sustalıyı şöyle çekersin, şöyle tutarsın, şöyle de sokarsın icabında!" Altan abi heyecanla, dersini öğrenmeye çalışan bir öğrenci edasıyla sormuş: "Peki üstad, işimiz bittikten sonra nasıl kapatırız sustalıyı?" Kabadayı küçük bir hayat dersi taşıyan cevabını vermiş: "Yoooo! Bak şimdi olmadı işteee! Bir kere açılan sustalı bir daha asla kapanmaz! Mutlaka birine sokup çıkartılır ama o sustalı bir daha asla ve asla kapanmaz!" Sonuçta Altan abi daha sonra sahnede kabadayı rolünde bu küçük ama önemli ayrıntıyı aynen uygulamış. İşte Altan Erbulak buydu. Onca işin ustalığı ona sanki yetmezdi, aynı zamanda; yaptığı her işin en ince ayrıntısına kadar hakkını verme ustasıydı o. Yalan, dolana gerek yok, bazı kaybettiğiniz insanları, diğer kaybettiklerinizden çok daha fazla özlersiniz, çünkü onlarla birlikte daha paylaşacağınız çok daha fazla ortak anı ve çok fazla ortak güzellik olacaktır. Her ölüm yıldönümü geldiğinde ben Altan abiyi çok daha fazla özlediğimi hissediyorum, ama biliyorum ki benim hiperaktif enerji sahibi, sıcacık yürekli, biricik Altan abimin ruhu, 20 yıl önce gittiği yerlerde bile boş durmuyordur şimdi. Zamanını yaşarken bile haybeye tüketen, amaçsız milyonların ülkesinde gel de onun gibi hiperaktif, onun gibi sıcak bir yüreği özleme!


Firuz Kutal'ın çizgileriyle ALTAN ERBULAK


Altan abiden Bir faks anısı

Hiç unutmam, elektronik aletler konusunda bir öncüydü Altan abi…Biz her türlü elektronik aleti ilk onda gördük hep. 80’li yıllarda İstanbul’da bayağı karlı bir kış olmuş, adeta hayat durmuş, kimse evinden çıkıp işine gidememişti bir kaç gün boyu… İşte böylesine hayatın durduğu, kimsenin çalıştığı gazeteye bile ulaşamadığı bu günlerde Milliyet’in spor sayfasına bir de baktım ki Altan ağabey gene karikatürünü çizebilmiş… Fakat karikatürün altına; ‘Okifax+Altan Erbulak’ diye bir imza atmış… O zaman; “Allah allah Altan abi acaba Okifax diye bir Japonun esprisini mi çizmiş?” diye düşünmüştüm saf saf…Çünkü o dönem bizler henüz “Faks” diye birşey bilmiyorduk. Bizler henüz faks nedir bilmezken Altan abi, o karakışta evinden faksla karikatürünü yollamayı başarmıştı. Köşe yazarları bile yazılarını gazetelerine ulaştıramamışlar, köşeleri boş çıkmıştı o günlerde…O imzadaki “Okifax” da Altan abinin faksının markasıydı işte… Okifax’ı espriyi veren bir Japon zannettiğimi daha sonra kendisine söylediğimde karşılıklı olarak epeyce gülmüştük.

İnsanlarda bilgisayar bile yokken o Bilgisayar programı hazırlamıştı...
Daha kimselerde bilgisayar yokken, Altan abi TRT-2 televizyonunda ‘Bilgisayar’ programı yapmaya başlamıştı 80’lerin sonlarına doğru…Hatta o programı aile dostumuz ressam Cahit Güraydın'ın kızı Yeşim'le birlikte sunuyordu. Ne yazık ki bu sımsıcak yüreği, fazla enerjiden yerinde duramayan bu kıpır kıpır, yetenek üstü, müthiş insanı bizler 1 Mayıs 1988’de ani bir kalp kriziyle kaybettik. Altan abi, yaşasaydı inanın o öncü tavrıyla interneti de ilk kullanan çizer olmuştu ülkemizde, internette site açan ilk çizer gene o olmuştu mutlaka… Şimdilerde ne zaman maille bir yere yazı yollasam aklıma uzun yıllar bu iş için faks kullandığım düşer ve artık kullanılmamaktan mahzun duran faksıma bakıp, dalar giderim. İşte o anda gözümün önüne 80’lerin o karlı kış günü ve Altan abiyle Okifax’ı gelir…Biliyorum ki, benim sevgili Altan ağabeyim şimdi Zincirlikuyu’da da boş durmuyordur, kim bilir gene bizlerin henüz adını bile bilmediği neleri kullanıyordur oralarda. Oralarda da buralardakilerden daha çok çalıştığını hissediyorum... ‘Damdaki Mizahçı’lığıma katkı sağlayanlardan biri olan, bana kısa sürede çok şey katan bu sımsıcak yüreği ölümünün 20. yılında bir kez daha özlemle ve sevgiyle anıyorum...Onun için bundan 4 ay önce Facebook'ta açtığım "Altan Erbulak" grubuna katılan 650'yi aşkın Altan Erbulak dostuna da burdan bir kez daha teşekkür ediyorum...


CİHAN DEMİRCİ