25 Kasım 2007 Pazar

KÜRŞAT COŞGUN YAZIYOR...
Çizgisi de sesi gibi bas bariton
bir karikatürcü:
Cem Kenan Öngü…
Bundan 5 yıl öncesi... Zonguldak Sanat Günleri'nde düzenlenen Cemal Nadir sergisi açılışında, soldan Kürşat Coşgun, Tayfun Akgül, Ferit Avcı, Cem Kenan Öngü, Semih Poroy, Cihan Demirci, Mete Arif Tokmak... (Zonguldak 21 Aralık 2002)


Cem Kenan Öngü benim yaşamıma henüz onyedi yaşımdayken girdi. Gırgır’ın sayfa dibinde gördüğüm bir ilan beni ilk kez onunla tanıştırdı. “Kemikzadeler” adlı ilk albümünün ilanıydı o. Edinmek için verilen adrese mektup yazdım, yanıt gecikmedi.

Üstelik gelen yanıt yalnızca albüm konusunu değil, benim ondan sonraki karikatür yaşamımda çizgimi netleştirecek birçok konuyu da içeriyordu. Karikatürle ilgili öğrenmek istediğim her konuda bana yardımcı olabileceğini söylüyordu; sergilerden, yarışmalardan haberdar edebileceğini. Bafra gibi karikatür dünyasının çok uzağındaki bir gezegende yaşayan, henüz karikatür yaşamının ilk yıllarındaki bir lise öğrencisi için bunlar ne demek? Dediğini de yaptı; mektuplarla, kartpostallarla bu dostluk daha alevlendi.

Cem Kenan Öngü'nün çizgisiyle Kürşat Coşgun



Derken araya yıllar girdi. Yaklaşık yirmi yıl sonra bir Devrek akşamında ilk kez yüzyüze geldik. Ben o mektupları anımsatınca, “valla mı, sen misin o şimdi?” diye hayretle sordu, sonra da “vay anasını be” dedi, “nerdeeen nereye?”
Devrek yakınlarında bir alabalık çiftliğinde, üstelik derenin hemen üstüne kurduğumuz bir masada, handiyse sabahın ilk saatlerine kadar ne bardaklar boşaldı, ne de sohbetin ardı kesildi.

Kimler yoktu ki o işret meclisinde: Semih Poroy, Cihan Demirci, Ferit Avcı, Mete Arif Tokmak, avukat Hüsnü Öztürk, ben ve o.

Bu buluşmadan yaklaşık altı ay sonra, bu kez Zonguldak’ta “Sanat Günleri” adıyla düzenlediğimiz bir etkinliğin davetlisi çizerler arasındaydı. Üç gün bir aradaydık. Hep karikatürü konuştuk ve de karikatürcüleri(!). Bu son buluşmada bir gariplik vardı onda. Her fırsatta kendini uykuya veriyordu. Dostları bunu yaşlılığına (!) veriyor, o gülümsüyor, çaktırmadan yine dalıyordu.

Bu buluşmadan yaklaşık bir yıl sonra, bir akşamüstü, sevgili Semih Poroy telefonda onu kaybettiğimizi söyleyince, dondum kaldım. İnanamadım. O espriler, şakalar, kahkahalar yok mu olmuştu yani?

Türk karikatürünün ikinci büyük Cem’iydi o. Birinci Cem’le aynı damardan gelen bir karikatür yüreği vardı. 12 Eylül’ün o dehşet günlerinde “Kemikzadeler”i yayımlamak için o damarı iyi bilmek gerekir. 90’lı yıllarda yayımladığı “Delegem Sarı Bağlar” albümüyle ise omurgasız, tutarsız sendikacıları ve bilcümle gözü kapalı el kaldıranları gözler önüne serdi. Yalın, gösterişsiz ama kendine özgü, kıvrak bir çizgisi vardı Cem’in. Yaşamı ile çizgisi arasında özdeşlik kurabilmiş ender sanatçılardandı.

Yokluğu, dostlarının yüreğine bıçak gibi saplandı, kaldı. Işıklar içinde uyusun!

(Duydum ki, dostları ölüm yıldönümünde onu Ortaköy’de yine bir işret meclisinde anacakmış. Az önce sözünü ettiğim Devrek gecesinde bir arada olduğumuz, muhtemelen o gece de orada olacak dostlardan dileğim, bir kadeh de benim için kaldırmalarıdır.)