14 Mart 2010 Pazar

Semih Poroy'un
Turhan Selçuk için
yazdığı yazı

BÜYÜK USTAYA
VEDA...

Turhan... 50 Kuşağı’nın en bilinen imzası bu. Çizgiyi sadeleştirme çabasının önde gelen, benzersiz ustası. Turhan olmasaydı karikatürümüzün tarihi belki de başka türlü yazılacaktı.

Karikatürün resim etkisinden kurtulması, yazıdan arındırılıp çizginin kişiliğinde gelişmesinin öncüsü Romanya kökenli ABD’li Saul Steinberg’dir. 1945’te yayınladığı “All in Line” albümü bu anlayışın bir tür bildirisi gibidir. Savaş sonrasının -deyim yerindeyse- büyülü 50 Kuşağı çizerleri Batı Avrupa’da ortaya çıkarken ülkemizde de bazı karikatürcüler bu yeni anlayıştan etkilenmeye başlar.

1947’deki ölümüyle karikatürümüzde büyük boşluk yaratan Cemal Nadir’in çizgi anlayışı geride kalmaktaydı. Eklemek gerekirse, böylesine erken ölmeseydi Cemal Nadir yeni karikatür anlayışına uygun yapıtlar üretebilecek parlaklıkta bir yeteneğe, sezgi gücüne sahipti; son yıllarında “yazı”dan arındırdığı karikatürleri bu saptamayı doğrular. Fakat yeni anlayışın tek özelliği, salt “yazısız”a yönelmek değildir; asıl uğraş, mizahın çizgiye yüklenmesidir. 50 Kuşağı’nın başardığı şey budur; karikatürü resim gibi’likten, resimli fıkra olmaktan çıkarırken bir yandan da özgün birer çizgi dünyası kurmalarıdır.

Bütün yeteneğine karşın Cemal Nadir, ölümüyle, aynı zamanda eski karikatür anlayışının sonlanmakta olduğunu vurgular gibidir. Karikatür sahnesine, yepyeni bir enerjiyle 50 Kuşağı çıkmaktadır. Turhan Selçuk, Nehar Tüblek, Altan Erbulak gibi gençler az çizgili bir karikatüre yönelir. Turhan Selçuk, Yeni İstanbul gazetesinde yayımladığı birkaç yazıyla karikatürün Batı’da ulaştığı düzeye dikkat çeker. Artık karikatür eskisi gibi olmayacaktır.

Karikatüre ilişkin bir yazı yazdığımda, bir söyleşiye katıldığımda 50 Kuşağı’ndan söz etmeden duramam. Karikatürü en elverişsiz koşullarda böylesine dönüştürmüş bu kuşak benim için inanılmazdır. Bilinir; insan, uzun telefon konuşmalarında önünde kâğıt kalem varsa anlamlı-anlamsız bir şeyler çiziktirip durur. 50 Kuşağı’ndan herhangi bir ustanın amaçsız böyle karalamaları bile daha o anda karikatür sanatına dahil olurdu. Bu pırıltıda bir kuşaktan söz ediyoruz. Ve kuşağın en verimli ustasından... 50’li yılların ortalarında Batı sanat dünyası Turhan’ın farkına vardığında büyük bir çizerle karşılaştığının ayrımındaydı. Dünya basınının, sanat çevrelerinin önem verdiği uluslararası antolojilerde, dergilerde döneminin büyük karikatür ustalarıyla birlikte yer aldı. Çizgi sanatının önemli eleştirmenleri, yayıncıları, yaratıcıları tarafından, çağımızın eşi bulunmaz üslupçularından biri olduğu her zaman teslim edildi.

Turhan Selçuk’tan söz ederken “Abdülcanbaz”ı anmamak olmaz. Bu büyük yaratı, Turhan üslupçuluğunun inanılmaz kareleriyle doludur. Hem karikatürleriyle hem Abdülcanbaz’ıyla ülke topraklarından bu kadar beslenen ama böylesine de evrensel olabilen Turhan Selçuk gerçekten olağanüstüdür.

Sait Faik’in ölümünden sonra Orhan Kemal, dostuyla ilgili küçük yazısını aşağı yukarı şöyle bitirmişti:

“Sait ölmedi ki; inanmıyorsanız açın kitaplarını, yazdıklarını okuyun; onun sıcak insan yüreğinin attığını göreceksiniz...”

Turhan Selçuk öylesine bir kalıt bıraktı ki, onu özledikçe yapıtlarını açacağız, insan yüreğinin attığını göreceğiz.

Seni unutmayacağız Turhan Abi!



(Semih Poroy-Cumhuriyet-12 Mart 2010)